BU OCAKLAR NE İŞ YAPAR?

Yavuz KOCA [email protected]

 

 

Bu soruyu bir şekilde duymayanımız yoktur.

Ve genellikle de eski tüfekler kurar bu soru cümlesini. İşte bizim zamanımızda böyleydi, şöyleydi, v.s.

Merhum Başbuğun öncülüğünde ülkücü hareketin varlığı benim Koleje başladığım yıllara rastlar. Ortaokul yıllarında Ülkü’ye sevdalandık. Ve bugüne kadar tek gün bile bu sevdadan kopmadık. Bu nedenle eski tüfeklerin çoğunu ya bilfiil tanır ya da dışarıdan biliriz.

Her dönemi kendi içinde değerlendirmek gerekir.

Ben eminim ve çoğunlukla da biliyorum ki, “bu ocaklar ne iş yapar” sorusunu soran eski tüfeklerin hemen çoğu son beş-on-onbeş yılda, hatta 12 Eylül sonrası 35 yılda bir kez bile herhangi bir Ülkü Ocağı’nın kapısından bile girmemiştir. Bu gönüllerinin de koptuğu anlamına gelmez ama maalesef durum budur.

Örnek mi istersiniz.

Acaba o arkadaşlardan birisi “Çorum Ülkü Ocağını” bırakın izlemeyi, sadece kapısından içeri girse ve alt kat ile üst kat merdivenlerine doğru bir baksa ne düşünürdü, dersiniz?

Cevabını ben vereyim. İki alternatif var.

Bir, gözlerini ovuşturur ve rüyada olduğunu düşünürdü.

İki, tıpkı benim gibi gurur duyar ve sevinçten gözleri nemlenir, oradan ayrılırken duygunun doruklarında kanat çırpardı.

Neden mi?

Girer girmez binada tertemiz bir hava kokluyorsunuz. Ve kendinizi bir ilim irfan yuvasında hissediyorsunuz. Öyle de zaten. Manevi havaya fiziki paklık eşlik ediyor. Ne yerlerde, ne de sehpalarda toz bile yok.

Giriş kat sol odada gençler satranç oynayabiliyor. Duvarın sağ tarafında, uzaktan okunabilecek boyutta “Dokuz Işık” yazılı maddeler halinde kırmızı-mavi renklerle. Ortada şanlı bayrağımız almış yerini, bozdurtun başı üzerinde, güven içinde. Sağ tarafta “Ülkücü Yemini” tamamlamış bütünlüğü. Gençlerimiz henüz kapıdan girerken nereye geldiklerini, mefkûrelerinin ne olduğunu ve neye söz verdiklerini bellesinler diye.

Çay ocağı, mutfak, banyo rutin ihtiyaçlar için hizmete amade.

“Seyyid Ahmed Arvası Mescidi”, huşu içinde ibadetin hazzını yaşatıyor atimizin teminatı gençliğe. Tıpkı, Kırşehir ilimizde bulunan Cacabey Medresesini hatırlatıyor insana. Benim namaz kılarken en fazla ruhumu dindiren camidir Cacabey. Tıpkı Çorum Ülkü Ocağından insanımızın haberdar olmadığı gibi bir kısım Kırşehirlilerin bile yeterince bilmediği Cacabey.

“Dr. Devlet Bahçeli Konferans Salonu”, bilim adamlarının, düşünürlerin, tecrübeli ağabeylerin ülkücü gençliği bilgilendirdiği, beyin fırtınaları yarattığı, tartışma programlarıyla sorulara cevap arandığı ve dahi bulunduğu bir hizmet otağı.

Şark odası şeklinde döşenmiş, “Şehit Fikri Arıkan Sohbet Odası” -gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane- özdeyişini hatırlatırcasına hoşsohbetin tadına vardırır ciddi sohbet severleri. Orada yıllar boyu sürecek gönül kardeşliğinin temeli atılır, kabristanda son bulacak dostluğun çivisi çakılır, gelecek nesillere anlatılacak anıların kitabı yazılır…

“Şehit Fırat Çakıroğlu Yaşam Alanı” henüz bıyıkları terlemeye başlayan, ocağa ilk adımını atan, ana ve babalarının “acaba çocuğumuzun gittiği yer nasıldır” merakının giderileceği, kötü alışkanlıkların yaklaşamadığı, iyiliklerin sergilendiği, güçlü birlikteliklerin kurulduğu bir sevgi alanı.

Derslikler. Evet, yanlış okumadınız derslikler, tıpkı en kaliteli butik dershanelerin ve özel okulların bir sınıfına girmiş gibi karşılıyor sizi. Tahtasıyla, sırasıyla, masasıyla, bilgisayarıyla… Hakeza kütüphane, raflardan alın istediğiniz kitabı, okuduktan sonra tekrar yerine koyun, bir başka gönül kardeşiniz de okusun diye.

Ortaöğretim ve Üniversite Birim Odaları, ortaokul öğrencisiyle başlayan üniversite öğrencisiyle tamamlanan mensupları bir araya getiriyor. Dayanışma, kaynaşma, örf, gelenek, görenek, varlık, yokluk, iç içe yoğruluyor usta-çırak tecrübesinde, ahilik öğretisinde…

Bu ne arkadaş böyle?

Sen bize masal mı anlatıyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Bir şeyi itiraf edeyim mi? 18 Mayıs 2015 tarihinde, Hüseyin Akgül ağabey, bendeniz ve Bayram Menekşe kardeşimiz Yağmur Damlası Derneği adına Ankara’dan Çorum’a doğru yola çıkarken orada bunlarla karşılaşacağımızı biz de bilmiyorduk. Vallahi de billahi de, bizzat gözlerimle görmesem, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Çorum İl Başkanı Ahmet Hattab kardeşimle odasında sohbet etmeseydim ben de abartıyla karşılardım. Hele gençlik yıllarımızın geçtiği Diyarbakır Ülkü Ocaklarında tabureler üzerinde sohbet ederken çektirdiğimiz siyah-beyaz fotoğrafa baktığımda ne hülyalar kurdum bilemezsiniz. Halep ordaysa, arşın Çorum’da(!).

Gün Olur Asra Bedel, demiş merhum Cengiz Aytmatov. Gününüz günümüz olsun, asrınız da asrımız. Öz yurdunda yok sayılmaya çalışılan Türk Milletinin bu vatanda ve bu coğrafyada ilelebet bir bozkurt gibi hür ve bağımsız yaşaması için bu şekilde çalışan ocakların sayısının çoğalması lazım. Genel Başkan Olcay Kılavuz önderliğinde

yakalanan ivme önce korunmalı, sonra da artırılmalıdır. Ülkü Evleri projesinin hedefe ulaşması bile çok şeye yeter.

Ülkü denen nazlı gelin;

Sana ihanet edenler oldu, seni aldatanlar oldu, senin üzerinden geçinenler oldu, hatta seni pazarlayanlar oldu, gün geldi bunlardan bazıları yeniden yuvaya döndü, affedildi, hatta baş tacı kılındı… Sen boş ver bunları…

Sen, sana ölümüne sevdalananları, uğrunda henüz göy ekinken biçilenleri, idam sehpasına gülerek gidenleri, bir mezarda yatan iki Mustafaları, sırf sana olan sevdasından ötürü işten kovulanları, sürgüne gidenleri, itilip kakılanları, horlananları, her türlü zorluğa karşın sana ihanet etmeyi aklından dahi geçirmeyenleri yâd et. Olmadı, Çorumda senin adına yürütülen hizmetleri ve başkan Hattab’ın nezdinde özveriyle çalışan ülküdaşları hatırla. Ve o sevdanın hatırına bu millete hizmetkârlıktan sakın vazgeçme.

Şimdi anladık mı, “bu ocaklar ne iş yapar” sorusunun cevabını. Bazılarınız yine de anlamadıysa, ne diyebilirim ki, ıslahınızı niyazdan başka.