Rahmetli babam onun için “Allahın arslanı” derdi çünkü ata sporlarımızdan greko- romen güreş dalında defalarca dünya ve Avrupa şampiyonu oldu ay yıldızlı bayrağımızı madalya törenlerinde göndere çektirdi, uluslararası platformlarda istiklal marşımızı hem dostlara hem düşmanlara dinletti, doğal olarak da hepimizin haklı gururu oldu doğrusu kendisiyle gurur duymakla haklıydık da.

Bahsettiğim kişi daha yeni doğmuş iken onun popülaritesini kullanan zaaflarından faydalanan abileri “mücahit” adı ile kendilerini adlandırırlardı bizde onlara 1980 öncesi “naylon mücahit” derdik.

Çünkü mücahitlik bir “gaza” yapmayı, yardan ve serden geçmeyi, fedakâr olmayı, gözü kara olmayı, toplum menfaatini kendi menfaatinin önünde tutmayı gerektiren bir davranış gerektiren niteleme idi.

Hâlbuki bu abiler memlekette ciddi bir fikri ve aksiyoner mücadele varken (tabii bu mücadeledeki dış etkenlerin var olduğunu da unutmayalım ama gençlik tarafları kalbi temizlikte idi) suya sabuna dokunmayan, kapı arkalarında saklanan, her yöne eğilebilen, herkesle iş tutabilen, cesaretsiz ama menfaatleri için yaşayan sadece dünyevi mal ve para için uğraşan oportonist insanlardı.

Tabii 1980 öncesi milletin gerçek evlatları kırıldı, kimi vurulup toprağa düştü, kimi gazi oldu yarım insan halinde yaşamını sürdürmek zorunda kaldı, kimi haksız mesnetsiz suçlarla idam edildi, kimi cezaevlerinde yıllarca çile çekti, kimi okuduğu okuldan atıldı istikbali heba oldu ve neslin kıymetli olan kısmı ortadan kaldırıldı.

Meydan bu naylon mücahitlere kaldı.

Naylonlar toplumun inançlarını sorumsuzca kullanıyordu.

Çünkü toplumumuzda “anlı secdeye değen” diye bir tanım vardı.

Bu tanımdaki insan kendisine yaşam biçimi olarak İslam öğretisini seçen ve ona göre yaşayan insan tipini tarif ediyordu.

Bu tarife göre “Anlı secdeye değen insan” kul hakkı yemez, harama el uzatmaz, hakkı gözetir, beytül mala hassas davranır, yetimin garibin hakkını korur, namusludur, çalmaz vesaire vesairedir kısaca emin kimsedir güvenilirdir.

İslam peygamberinin adı da Muhammed-ül emin değil midir?

Bunlarda İslam peygamberinin ümmeti olarak onun izinden giden insanlardır ya doğal olarak toplum bunlara “emin insanlar” gözü ile baktı.

İslam’ca yaşayan insanların toplumda “emin insan” nitelemesini kazanmaları yüzyıllarca sürdü ve toplumuzda İslami yaşamı tercih edenlerin düzgün bir imajı vardı.

İşte düzgün İslamcı imajın çürümeye başlaması 1980 öncesi “naylon mücahitlik” le başladı.

1980 sonrası ülkemizde iktidara gelen Turgut Özal ve avenesinin bir kısmı da bireyselci, Amerikancı, kişisel menfaatçi siyasetin ülkemizdeki Dinci- Neoliberal karışımının temsilcisi oldular.

FETÖ ortaklı Ak Parti koalisyonu ise din kullanılarak siyasi ve maddi menfaatleşmenin nirvanası oldu, halen de yaşanmaktadır zirvedeyiz yani.

Milli güreşçimiz Hamza Yerlikaya’nın sahte diploma ile üniversiteye girdiği mahkeme kararıyla sabitlenmiş.

Sahte diploma iddiaları Cumhurbaşkanı Tayyip Bey için de vardı, halen de var. Bu güne kadar cumhurbaşkanının üniversite diplomasının sahte olmadığına dair bir belge de göremedik gerçek bir diploma ortaya konulamadı.

Ama kimse mahkemeye müracaat etmedi.

Burada bir mahkeme kararı var.

Hamza Yerlikaya’nın davranışının vatan haini diye nitelediğimiz FETÖ’nün üniversite sorularını çalmasından hiç bir farkı yok.

Kişi olarak ceza alır veya iktidar tarafından kayırılır vicdan azabı duyar mı bilmem? Sporcu ahlakı olan bir insan zaten böyle bir davranışa tevessül etmez.

Önemli olan bu sahtekârların toplumumuzda ürettikleri çürümedir. Asıl sorun yaşadığımız güven ve aldatılma sorununun getireceği toplumsal travmadır.

Bu davranışları yapanlar sadece kişisel işledikleri suçlardan sorumlu değildir.

Topluma karşı halk düşmanlığı suçlarından da yargılanmaları gerekmektedir ki toplum olarak çürüten noktalarımızı biraz tedavi etmeye çalışalım.