13 Mart 2020 Cuma… Dünya bir salgının pençesinde kıvranıp tedbir üstüne tedbir alırken, toplantılar, uluslararası organizasyonlar iptal edilip okullar kapanırken, Suudi Arabistan Umre girişlerini yasaklayıp Kâbe’yi ibadete kapamışken, Kuveyt bile ezanda değişiklik yapıp “Haydin namaza” yerine minarelerden, “Namazınızı evinizde kılın” diye seslenirken Türkiye Cumhuriyeti’nde herhangi bir uyarı yapılmamıştı. Üstelik camileri hınca hınç dolduran cemaate “Safları sık tutun”, “Omuzlar birbirine değsin”, “boşluk bırakırsanız araya şeytan girer” benzeri talimatlar veriliyor, minbere çıkan imamlar da ellerine tutuşturulan hutbe metinlerini okurken “Kalabalık ortamlardan uzak durmaya gayret edelim” diye sesleniyorlardı. Başkanlığın hemen bitişiğinde bulunan Ahmet Hamdi Akseki Camii’ni tıka basa dolduranlara hitap eden Devletin Diyanet İşleri Başkanı da aynı metni okuyordu. Yani cemaat hem “Camiye koşun” diye davet edilmiş, hem de “Ne işiniz var burada, kalabalıktan uzak durun” diye ikaz ediliyordu. Üstelik bulunduğum camideki İmam Efendi de hutbede, “Kalabalık ortamlardan uzak durmaya gayret edelim” dedikten sonra Namaz kılınacağı zaman cemaatin aralıklı durduğunu görünce alışılagelen saf düzeni hatırlatmalarını yapmış, pek aldırılmadığını görünce bu defa, “Her zaman söylüyoruz. Sakalımız yok diye sözümüzü dinlemiyorsunuz diye sakal bıraktık, yine değişen bir şey yok. Saflar sıkılaşana kadar namaza başlamıyorum” diye çıkışmıştı. Çelişkiler ülkesiyiz vesselam!

20 Mart 2020 Cuma… Nihayet işin ciddiyeti anlaşılmış olmalı ki artık camilere kilit vurulmuş, vakit namazlarında olduğu gibi Cuma namazları için de açılmayacağı, salgın tehlikesi geçene kadar bu uygulamanın devam edeceği ilan edilmişti. İnat edip camilere koşanlar da engellendi. Tehlike büyüktü ve olması gereken bu idi.

27 Mart 2020 Cuma… O da ne? Diyanet TV’de bir yayın; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, sayamadık ama herhalde otuz - kırk kişiyi belli aralıklarla yan yana ve arka arkaya dizmiş hutbe okuyor, sonra da namaz kıldırıyor! Böyle bir uygulama var mı, İslam Tarihi’nde yaşanmış mıdır diye araştırmaya koyuldum. Kur’an-ı Kerim’de bir işaret yok. Hadis-i Şeriflerde de yok… Sonra Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde fiilen görevli olanlara, emekli müftü ve müfettişlerle güvendiğim bazı ilahiyatçılara sordum. Diyanet görevlileri gibi her ne hikmetse emeklileri de cevap vermediler ya da veremediler. Demek ki insanlar fikir beyan etmekten çekiniyorlar. Bir istisna olarak, daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli iken şimdi bürokraside olan ve siyaseten de AKP iktidarlarını destekleyen bir arkadaşım şunları söyledi: “O görüntü beni de çok rahatsız etti. Niye öyle bir şey yaptıklarını anlamış değilim.” İlahiyatçı arkadaşlardan biri, “Ben böyle bir uygulamayı ne okudum ne de duydum, olmaz” dedi. Bir diğeri de aynı ifadeleri kullandıktan sonra “Dedikoduya sebep olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Yanlış yaptılar” diye cevap verdi.

Konuyu bir Avukat arkadaşımla da konuşmuştum. O da şunları söyledi: “Bu fiil, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu kapsamına giren 12 maddeden birincisi olan ‘Emre aykırı davranışlar’ olarak değerlendirilir ve idari para cezası gerektirir. Aynı Kanun’un 14. Maddesi gereğince de, kabahatin işlenişine iştirak eden  kaç kişi varsa her biri ayrı ayrı para ödemek zorundadırlar. Yani Başkan ve o cemaate katılanların her biri hakkında işlem yapılmalıdır.” Hadi bakalım; çıkın işin içinden çıkabilirseniz!

Kamuoyuna “VIP Cuma Namazı” diye yansıyan ve oldukça eleştiri alan bu konu haliyle beni de meşgul etti. Araştırmacı gazeteciyiz ya, yapılan işi “Farz-ı Ayn”, “Farz-ı Kifaye”, “Vacib-i Ayn”, “Vacib-i Kifaye”, “Sünnet-i Ayn”, “Sünnet-i Kifaye”, “Sünnet-i Müekkede”, “Sünnet-i Gayri Müekkede” bakımlarından incelemeye başladım ama hiçbirine konduramadım. Sonra bid’at bir uygulama olduğuna yani Kur’an ve sünnette yer almayıp uydurulduğuna kanaat getirdim. İslam âlimleri bid’ati de “Bid’at-i Hasene” ve “Bid’at-i Seyyie” olarak ikiye ayırmışlardır.

“Bidat-ı Hasene”, Kur`an ve sünnette yer almadığı halde İslam’ın genel prensiplerine uyarak insanlığa faydası dokunan işler ve uygulamalardır ki bunu “İnsanlık için iyi bir çığır açmak” olarak da nitelendirebiliriz.

“Bidat-ı Seyyie” ise, İslam’ın genel prensiplerine ters düşüp insanlığa faydası dokunmayan, aksine zarar veren işler ve uygulamalardır ki bu da insanlık için kötü bir çığır açmaktır. Aşağıda örnekleneceği gibi bunun vebali ise hem Kur’an-ı Kerim’e, hem de Sünnet’e göre oldukça ağırdır.

VIP ya da seçilmiş kişilerle kılınan Cuma Namazı’nın, hemen bütün dini metinlerde ve ilmihallerde belirtilen şartlara uymadığı, böyle bir uygulamaya kimsenin akıl erdiremediği açıktır. Dolayısıyla, eğer bid’at olduğunu kabul ediyorsak “Bid’at-ı Seyyie” olarak nitelendirebiliriz. Çünkü kimseye faydası olmamış ve üstelik tartışmalara ve dedikodulara sebep olmuş, kötü bir çığır açılmıştır.

Cuma (Cumua = Toplantı, toplanma) Suresi’nin mealini biliyordum da bir daha, bir daha okudum, farklı meallere, değişik olarak verilen anlamlara göz attım.

Evet, Cuma Namazı ya da Cuma toplantısı farzdı. Bunu herkes gibi elbette ben de biliyordum ama zaruri durumlarda, bir araya gelmenin sakıncalı olduğu, salgın hastalık, felaket, savaş durumlarında terk edilebiliyordu. İyi de be kardeşim o yapılan ne idi? Koskoca Diyanet İşleri Başkanı İslam’da iyi bir iş yapanlarla kötü bir çığır açanların durumunu “Bilmiyor muydu acaba” desem ayıp olur. Yine de bilmeyenler için hatırlatalım:

Nisa Suresi, Ayet 85: “Kim güzel bir işte aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir işte aracılık yaparsa ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.”

Hadis-i Şerif: “İslam’da iyi bir çığır açana bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir fakat yapanların sevabından hiçbir şey eksilmez. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır fakat yapanların günahından hiçbir şey eksilmez.”

Bu durumda 27 Mart 2020 Cuma günü Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı işi nereye koyacağız? Geç de olsa zaruret halinde doğru olanın yapılmasıyla millet camilerden uzak tutulmuştu. Yalnız “Seçilerek” ve üstelik öğrendiğime göre içlerinde evden dışarı çıkmaları “yasak” olan kişilerin de bulunmasıyla bir araya getirilen otuz - kırk kişiye hutbe okuyup namaz kıldırmak, bu da yetmiyormuş gibi bir de televizyondan yayınlatmak “Camilere gelmeyin” dediğiniz milletle dalga geçmek değil de nedir Allah aşkına?

Sayılı günler çabuk geçiyor ve işte yeni bir Cuma günü geliyor. Zaten ortalık karışık, dinden habersiz olup da dinden beslenen bir sürü şarlatan var. Şarlatanlara da gerek yok, safiyane olarak bazı kişiler, “Koskoca Diyanet İşleri Başkanı yanlış yapacak değil ya, biz de onun yaptığını yapalım” diye camilere koşarak ya da uygun yerlerde bir araya gelerek resimlerini gördükleri ne idüğü belirsiz saf düzenini uygulamaya kalkarlarsa ne olacak?

Halk arasında söylenen şöyle bir söz var. Derler ki, “Hocanın dediğini yap da gittiği yoldan gitme!” Mantıken belki doğru değil ama hocalar öylesine bocaladılar ki son yıllarda, bırakın gittikleri yoldan gitmeyi, hal böyle devam ederse dediklerini yapan da azaldıkça azalacak. Toplumun önünde olan kişiler başkalarına talkın verip kendileri salkım yutmamalı, öğüt verip dururken de söğütleri kırmamalıdırlar.

Bu konuyu araştırırken danıştığım muhterem bir İlahiyatçının dediği gibi dedikodu kazanı kaynatılmış ve ne yazık ki buna çanak tutulmuştur. İnşallah daha büyük bir fitneye sebep olunmaz.

Ne yapalım, ben de işte böyleyim; haksızlık, usulsüzlük, düzensizlik gördüm mü duramıyorum, susmak bana haram oluyor. Yanlışı yapan mevki makam sahipleri de olsa o meşhur meselde olduğu gibi “Kral Çıplak” diye bağırabilmeliyiz. Kimse hatadan arınmış değildir. Kimseyi, hiçbir kurumu yıpratmak gibi de bir derdimiz, bir niyetimiz yok. Kim ne yaparsa kendine yapar. Yanlışı yapan hele de makam sahibi ise yalnız kendisini değil temsil ettiği kurumu da küçük düşürür, zarara uğratır. Noktayı Mehmet Akif Ersoy’a koyduralım:

“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

‘Adam aldırma da geç git’ diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!