İlk yazımda kamuoyunda yanlış  bilinen ya da oluşturulmaya çalışılandan çok farklı bir Fikri Sönmez karakteri olduğunu dönemin yaşayan şahitlerinin ağzından anlatmaya çalıştım.

Yazının kalan kısmını anlayabilmek için lütfen ilk bölümü okuyunuz. Konuyla alakalı yazılmış az sayıda kitap mevcut olup maalesef bu kitaplar da konuya tam anlamıyla ideolojik olarak son derece romantik bir gözle yaklaşmaktadır

İlk bölümde bahsettiğim Ahmet Becioğlu’nun ‘’Bilinmeyen Yönleriyle Fikri Sönmez’’ isimli kitabında 12 Eylül sonrası yapılan sıkı yönetim mahkemelerinde belirtilen halk mahkemeleri diye bir şeyin olmadığı belirtilmiş. Hâlbuki  Becioğlu 2012 yılında yerel medyadaki bir köşe yazısında “O zaman solcular aile içi nizadan, tarla sınır anlaşmazlığına kadar her şeye müdahil olurlardı. ‘Birinin ineği birinin tarlasına girse inek sahiplerinin önce sağcılığı, solculuğu ön palana çıkardı. Peşinde sağcılar Fatsa’ya geldi. Bunun tam tersi yaşandı. Gerçek hukuk değil sağ-sol fikirler baskı unsuru olarak kullanıldı. Yani gücü kendinde bulan hukuku da kendi isteği gibi kullanıyor” yazmış…

Fatsa belediyesinin son derece kısıtlı imkanlara sahip olduğu o dönemde şehir içindeki birkaç plansız binayı yıkarak ve bazı fındıklıkları söktürerek yeni yollar açması büyük bir belediyecilik hizmeti olarak sunulmakta. El hak kısmen doğrudur.

Ama bu işlemler hiçbir mahkeme ve uzlaşma süreci olmadan, kamulaştırma için adil bir ödeme yapılmadan uygulamaya geçilmiş emri vaki durumlardır. Zaten ancak hiçbir itiraza müsaade etmeyen hukuksuz bir korku rejimi bu işleri başarabilirdi. Mal sahipleri 12 Eylül sonrası belediye yönetimlerinden uğradıkları mağduriyetin karşılanmasını talep etmiştir.

Alman filozof Hegel tarihi bazı yerlerde durgun akan bazı yerlerde delicesine hızlanan bir nehir'e benzetir. Nehrin aktığı coğrafyaya göre değişiklikler olabileceği gibi tarihin seyrinde geçmişte doğru kabul edilen şeylerin zamanla yanlış sayılabileceğini, yanlış kabul edilen şeylerinde doğru kabul edilebileceğini söyler.

O gün bu işleri eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi için yaptıklarını söyleyenler doğru yolda oldukları konusunda son derece emindiler. Hâlbuki çoğunluk itibariyle dünyanın gittiği yön hakkında en ufak bir fikre sahip değildiler. Büyülendikleri Bolşevik devrimi hikâyeleriyle örnek aldıkları Sovyetler Birliğinin halklarına nasıl bir korku ve sefalet yaşattığının ve içten içe çürüyerek iflasın eşeğine geldiğinin farkında değildirler. Oysaki çılgın bir teknoloji, bilgi ve iletişim, rekabet çağı dünyayı yeniden şekillendirmek için kapıda bekliyordu.

Devrim adına sokaklarda barikatlar kuran belindeki silahlarla devrimcilik oynayan zavallı çocuklar kuyruğuyla oynadıkları devasa canavarın (Thomas Hobbes'in ifadesiyle devlet: Leviathan ) ne kadar güçlü ve kendini korumak adına ne kadar acımasız olabileceğinin farkında bile değildi.

Bugün geldiğimiz noktada az sayıda örümcek kafalı insan dışında dava adına zenginlerin malına el konulması, otorite karşısında vatandaşın hiçbir hakkının olmaması, her kürlü karşı fikrin tehditle susturulması doğru kabul etmez.

Tarihin hangi döneminde zavallı dul bir kadının böyle tehdit edilmesi, malına çökülmesi doğru kabul edilmiştir?

Ben olaylara bizzat şahit olan çevremdeki az sayıda insanın dile gelen acılarına kulak misafiri oldum. Hafif acılar konuşabilir, ama derin acılar dilsizdir der Seneca. Ya sadece devleti için görev yaparken kaçırılan ve Çullu tepesine gömülen polis memuru ya da ailesinin gözleri önünde kaçırılıp infaz edilen insanların acıları için ne demeli? Onlarında acıları dillendirilmeyi hak etmiyor mu ?

Israrla sormama rağmen ne para, pul ne yolsuzluk adına suçlayan bir Allah'ın kuluna rastlamadım. Onu günümüzün çok bilip, az inanan hiçbir değer yargısı olmayan paragöz akademisyen ve siyasetçilerine tercih ederim. Genel olarak nazik bir insan olduğunu ve eline silah almadığını söylüyor insanlar. Yine de yaşanan aşırılıklarda   suçunun olmadığını söylemek saflık olur sanırım. Anlatılanlara göre seçimlerde devrimcilerin belediyeyi kazanması sonrasında Fatsa’ya dışarıdan çok sayıda anarşistin geldiği ve zaman içinde olayların kontrolünün tamamen elinden çıktığı, hatta bu insanlardan bazıları tarafından darp edildiği, perde arkasından yönlendiren ve akıl veren insanların etkisiyle hareket etmek zorunda kaldığı ve son zamanlarda fiili durumdan son derece rahatsız olup yakın çevresiyle paylaştığı yönündedir.

Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa'ya

O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla

Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar

Kimseler çıkaramaz Fatsa'nın sırtından!

Diyen Can Yücel fena halde yanıldı…

Devlet silindir gibi geçti genç yaşta ölen zavallı terzinin üstünden ve o giysi Fatsa’nın üstüne hiç   olmadı…

Ben ne yaptıysam halkım için halkımla birlikte yaptım diyen Terzi Fikriyi anmak için yapılan yıl dönümlerinde nedense kendi halkından ziyade dışarıdan gelen insanların ağırlığı dikkati çekiyor. Fikri Sönmez’in temsil ettiği siyasi düşüncenin esamesi bile okunmuyor bugünün Fatsa’sında.

Terzi ya halkını iyi tanımamış ya da halkı çektiği çilelere değmezmiş…

Sol görüşlü bir internet sitesinde

‘’Fikri Sönmez Fatsa'da Halkı karar süreçlerine katma, onlarla birlikte hareket etme, yönetme ve kitlenin bilincini canlı tutma vb. alanlarında başarılı bir pratik sergileyerek 8 ay gibi kısa bir sürede tarihe geçen bir belediye başkanlığı yaptı’’ diye yazıyor ve o günün Fatsa’sıyla Ovacığın komünist belediyesini karşılaştırma gayretleri var. Külliyen saçmalık.

Fatsa o günlerde çoğu insan için hayatın akşamın basmasıyla bittiği, malını ve canını kurtarmak için gurbete çıktığı tam bir korku beldesiydi.

Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder der Orwell. Yazdıklarım şüphesiz birçok insanın tepkisini çekecektir.

Lakin söylesem olmuyor, sussam gönül razı değil.