Ülkemizde yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması sonucu yaşadığımız içler acısı olaylar hukukun üstünlüğünün önemini her defasında tokat gibi yüzümüze vuruyor.

Yargı adeta her gelen iktidarın elinde topluma ve muhaliflere karşı bir silah gibi kullanılmak isteniyor.

Batıda yargı bağımsızlığı konusu uzun mücadeleler sonucunda toplumların refahı ve menfaatine olduğu görülerek genel bir uzlaşmayla yıllar içinde yerleşmiştir. Bu ülkelerde yargıda herhangi bir yozlaşma olmadığını ileri sürmüyorum tabi ki.

Lakin eninde sonunda toplumsal meselelerde bağımsız yargı ve özgür medya ağırlığını hissettirmektedir. Başkan Obama'nın kongre konuşması sonrasında tüm senatör ve milletvekilleri ayakta alkışlarken yüksek yargı üyelerinin kayıtsız bir şekilde yerlerinde oturarak tarafsızlıklarını gösterdiği fotoğraflar hepimizin malumu. Eski Başkan Trump'ın apar topar yargı önüne çıkarılması süreci de bunun başka bir örneği.

Peki bunu nasıl becerdiler?

18 yüzyılda demokratik yönetimler ve güçler ayrılığı prensibi yeni bir kavramdı. Bağımsızlık savaşı sonrası Amerikan siyasal sisteminde iki akım ön plana çıkmıştı. Başlangıçta gücü elinde bulunduran federalistler (toplumun gücü ve parayı elinde bulunduran aristokratik seçkin zümreler tarafından yönetilmesi gerektiğine inanan, demokrasiden çok haz etmeyen ve İngilizlerle yakın ilişki içinde kalınması gerektiğini savunan kesim) senato ve parlamentoda Cumhuriyetçilere (her vatandaşın yönetimde eşit hakka sahip olması gerektiğini savunan ve Fransız ihtilalini sempatiyle karşılayan kesim) karşı ciddi güç kaybına uğruyordu.

Federalist başkan (John Adams) yargıda gücü elinde tutmak ve yönetimdeki etkinliğini devam ettirebilmek için giderayak senatodan geçirdikleri kendisine istediği kadar yargıç atayabilecek yetkiler veren yasaya dayanarak çok sayıda federalist yargıcı işe alıp yeni mahkemeler kurdurdu.

Bu olaya tarihte gece yarısı yargıçları ismi verilmiştir. Yangından mal kaçırırcasına yapılan atamalarda bazı hâkimlerin yetki belgesi yetiştirilemedi ve yeni başkan Thomas Jefferson’un önüne imzaya geldi. Başkan doğal olarak atamaları imzalamadı.

Bu hâkimlerden biri yüksek mahkemeye müracaat ederek sorunun çözülmesini talep etti. Baş yargıç eski başkanın atadığı bir federalist olup Cumhuriyetçi yönetimden yargıcın atamasını yapılmasını istemenin beyhude olacağını anladı ve bu yolla yüksek mahkemenin karizmasının çizilmesini istemedi.

Şimdi demokrasilerde geçerli olan yüksek mahkemelerin kongreden geçirilmiş ve başkan tarafından imzalanmış yasalardan anayasaya uygun olmayanları iptal etme yetkisine sahip olması gerektiğini düşünüyordu.

Bu dava dolayısıyla bu fikrinin kanunda yer alabilme şansının olduğunu gördü. Davayı ayrıntılı olarak değerlendirdi ve dikkatli bir şekilde kararını yazdı. Davalı yargıçlığa atanmaya kanunen hak sahibidir ve bu hakkından mahrum edilmiştir.

Hiç kimse, başkanın kendisi bile bir kişinin yasal haklarını elinden alamaz. 1789 yılında geçirilen vatandaşlara yönetimin uygulamalarına karşı yüksek mahkemeye başvuru yolunu açan bir kanuna dayanarak cumhuriyetçilerin iktidarına rağmen yüksek mahkeme davalıya yargıçlık hakkını verdi. Büyük bir halk desteğiyle başkanlık koltuğuna oturan Jefferson kendi gücünü sınırlayan fakat Anayasayı koruyan bu karara karşı anayasaya uymuyorum saygıda duymuyorum, milli iradeye saygısızlık ve hainlik ediyorsunuz diye gürlemedi.

Konunun ülkenin geleceği için önemini anında kavradı. Hâlbuki iktidarı devretmiş olan eski başkanın yaptığı iş siyaseten hiçte hoş değildi ve Anayasa Mahkemesini böcek gibi ezecek ve hatta ortadan kaldıracak kongre ve senato gücüne sahipti. Başkan böylece bir ulusun teşkilinde hayati bir rol oynadı ve kendi gücünün değil kanunların gücünün önemli olduğunu ortaya koydu.

İlk düğme doğru iliklenmişti. Belli ki başkan hukukun bir gün herkese lazım olacağını anlayacak kadar zekiydi. Sanmayın ben Amerikan hayranıyım. Bahsedilen olaylar gayri Müslim mimarla Fatih Sultan Mehmet’in davasında başköşeye oturmak isteyen padişaha "Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzurunda ayakta dur!" diyen Kadı Hızır Beyden 300 yıl sonra yaşanan olaylardır.

Eğer bana, bir suçlu gibi değil bir padişah gibi muamele etseydin, seni şu kılıcımla parçalardım diyen padişaha cevabı konusunda muhtelif rivayetler var. Gerçek hayatta Hızır Bey gibi kadılara ve Fatih Sultan gibi idarecilere rastlanmıyor. Bu coğrafyada toplumsal uzlaşı sonucu hukukun üstünlüğü konusunda sağlam adımlar maalesef hiç atılamadı.

Fatih Sultan Mehmed'in olayı da menkıbe tadında bir anı olarak kaldı Halk hükümetten korktuğu zaman tiranlık, hükümet halkından korktuğu zaman özgürlük vardır sözlerinin sahibi Başkan Jefferson bir sonraki seçimde federalistleri büyük bir hezimete uğratarak siyaset sahnesinden siliyor. Gücünün zirvesindeyken 3.kez başkanlığa aday olmuyor. Toprağı bol olsun.

Önümüzdeki dönemde iktidar el değiştirirse en sıkıntılı konular 20 yıl içinde oluşturulmuş iktidara göbekten bağlı hukuk sistemi, yüksek yargı kurumları ve bazı sözüm ona hukuk insanlarıyla yaşanacak. Mevcut sistemin devamı ve dokunulmazlığı kesinlikle demokratik ve hukuki bir tavır olmayacağı gibi bütün bir sistemin iktidar gücüyle kabaca dönüştürülmesi de sorunu içinden çıkılmaz hale sokacak.