Kendisine değer verdiğim bir arkadaşımın gönderdiği videoyu seyredip dinleyince kan beynime sıçradı. “Yeni bir din mi kuruldu ya da İslamiyet hakkında bildiğimiz her şeyi unutup yeniden iman tazelememiz mi gerekiyor diye düşünmekten kendimi alamadım! Çünkü, videoda konuşan ve ağzından çıkanları kulağı duymayan siyasileri andıran hatip Ankara Müftüsü idi. Müftü Efendi şöyle diyordu: “Ben Ankara Müftüsü olarak diyorum ki, “Kütübü Sitte’de bulunan hadislerin tamamına İMAN ETMİŞİZDİR. Hatta ZAYIF HADİSLERE BİLE İMAN ETMİŞİZ ALLAH’IN İZNİYLE!..”

            Tövbe estağfurullah, tövbe Ya Rabbi! Bildiğimiz şu idi: 1- Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, 2- Allah’ın Meleklerine inanmak, 3-Allah’ın Kitaplarına inanmak, 4- Allah’ın Peygamberlerine inanmak, 5- Ahiret Günü’ne inanmak, 6- Kadere inanmak.

            İyi de koskoca Ankara Müftüsü şimdi kalkmış, hem de çiçeği burnunda gencecik hafizlar için düzenlenen İcazet Töreni’nde o yavruların ve milletin kafasını karıştıran laflar ederek, “Kütübü Sitte’de bulunan hadislerin tamamına İMAN ETMİŞİZDİR. Hatta ZAYIF HADİSLERE BİLE İMAN ETMİŞİZ ALLAH’IN İZNİYLE!..” diyor. Yani İmanın Şartlarına yedinci ve sekizinci maddeleri de ekliyor ve “Allah’ın izniyle” diyerek bu yanlışlıklarını Allah’a dayandırmaktan da çekinmiyor. Oysa hiçbir dini kitapta “Hadislere iman” bahsi yoktur, sözü bile geçmez. Yalnızca “Hadislerle amel edilir mi edilmez mi” diye bahisler vardır.  

            Hadis-i Şerifler ve ah o “Zayıf” ya da “Uydurma hadisler!” Bir Müftünün, “Zayıf hadislere bile iman etmişizdir Allah’ın izniyle” demesi, diyebilmesi Allah’a şirk koşmak değil de nedir Allah aşkına? Diyanet İşleri Başkanı, Din İşleri Yüksek Kurulu ve artık sayılarını bile bilemediğimiz İlahiyat Fakülteleri, İslami İlimler Fakülteleri bu konuda bir ses vermiş ve Müftü Bey’i ikaz etmişler midir bilmiyorum. Bu konuda İlahiyat Profesörü Sayın İbrahim Maraş’ın eleştirisinden başka varsa da haberim olmadı.

 (NOT: Bu yazıya başlarken, söz konusu videoyu samimi olduğum ve Müftü, Müfettiş, Üye, Uzman vs. olarak Diyanet kadrolarında çalışıp emekli olan beş – altı arkadaşa gönderip görüşlerini sordum. İçlerinden yalnızca bir kişiden cevap alabildim ve kendisine teşekkür ettim.  Diğerleri ise -sükût ikrardan gelir- demek istemiyorum ama herhalde mahalle baskısından çekinerek ki isimlerini açığa çıkarma adetim yoktur; videoyu gördükleri halde cevap vermeye cesaret edemediler. Belki bana yol göstermiş olurlardı, onu da yapmadılar.)

Bu arada, “Cübbeli Ahmet Hoca” diye bilinen ve daha çok zayıf hadisler ve rivayetler üzerinden konuşmalar yaparak popüler olan tarikat hocası ya da şeyhinin Ankara Müftüsü için düzdüğü methiyenin ortalıkta dolaşıyor olduğunu da söylemeliyim.

            Cübbeli Ahmet Hoca demişken bakalım arkasından neler gelecek?

            Cübbeli Hoca bir vaazında, Ahirette, “Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım diyen doğruca Cennet’e girecek” diye iddialı bir laf söylüyordu. Bu söz de şirktir, Allah’a ortak koşmaktır. Her haltı işle, daha altı yaşındaki yavrunun hayatını karart, sonra da “Ben şuyum” de ve gir Cennet’e! Yok öyle köfte!...

            İşte daha yeni patlak verdi… Aynı tarikattan ve dahi “Halidi Kolu”ndan bir “Hoca Efendi”, tarikatlarını yaymak için evler tuttukları semtte, 6 yaşındaki sabi kızını karşı dairede oturan 29 yaşındaki bir müride nikahlayıp teslim ediyor.  Ey yüceler yücesi Allah’ım! Bu nedir böyle? Bunları yazarken bile utanıyor, iğreniyorum ama o yaratıklar dünyadan ve hiçbir şeyden haberi olmayan kızlarını nasıl birilerine teslim ederler ve birileri de bunu nasıl kabullenip alırlar?

 Çok affedersiniz, hiç yazmadığım, hiç söylemediğim bir cümleyi kullanacağım: İnsan ele avuca zor gelen bebeklikten yeni çıkmış bir kız çocuğu ile nasıl yatağa girer de cinsi arzularını tatmin eder? Aslında buna “cinsi arzu” demek bile doğru değil; düpedüz hayvani arzu!  

            Böyle bir durum yani 6 yaşındaki, 9 yaşındaki kızların nikahlanıp birilerine verilmesinin Kur’an-ı Kerim’de bir dayanağı var mı? Yok! Yok da bu nasıl oluyor?

            Önce Kur’an-ı Kerim’e bakalım:

 “Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde (İslami literatürde, eşinden ayrılan bir kadının yeniden evlenebilmesi için bekleme süresi) tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır.  Adet görmeyenlerin süreleri de böyledir.” (Talak Suresi Ayet 4)

 Yüce Allah’ın “Anlaşılmak üzere gönderdiği” Kur’an-ı Kerim’in birtakım tefsirciler ve fıkıhçılar elinde nasıl anlaşılmaz hale getirilip saptırılarak yanlış yorumlandığının en açık örneklerinden biri de burada görülüyor. Çünkü onlar, “Adet görmeyenlerin de süreleri böyledir” diye yapılan tercümeden, “Henüz âdet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceği” yorumunu yapıyorlar ve büyük bir vebal altına giriyorlar.

Kur’an-ı Kerim’in “Semantik Analizli Açıklamalı Yorumlu Meali”ni hazırlayıp yayınlayan Profesör Dr. İsmail Yakıt bu konuda şu eleştiriyi getiriyor:

“Bu husus Kur’an’a yapılan bir bühtandır. Münferit vakalar her zaman için vardır. Ayetin burasında kastedilen hayızdan, nifastan kesilmiş kadınlarla patolojik olarak hiç aybaşı görmeyen kadınlardır. Ayrıca menopoz döneminde uzun aralıklarla düzensiz aybaşı gören kadınları da buraya dahil edebiliriz. Küçük kızlarla evlilik cahiliye Araplarının örfü idi. Kur’an, sabi kız çocuklarıyla evliliğe hiç cevaz vermez.”

Sabi çocukların nikahlanmasına dayanak yapılan ayetlerden biri de Nur Suresi’nde geçiyor:

  “İçinizden bekarları evlendiriniz…” (Nur Suresi, ayet 32)  

Bu ifadeden, “Erginlik çağından önce de evlenmenin mümkün olduğu” anlamını çıkarmak akıl alacak bir iş değildir ama kerameti kendilerinden menkul birtakım tarikat şeyhleri, hoca efendileri, hatta İlahiyat tahsili görmüş bazı titr sahipleri böyle yorumlamakta ve kendileri ile birlikte başkalarını da günaha sokmaktadırlar.

Bu konuda en çok dayanak yapılan, daha doğrusu istismar edilen ise Hz. Ayşe’den nakledildiği söylene gelen ve Hadis kitaplarında da yer alan bir rivayettir.

Hz. Ayşe’nin şöyle dediği rivayet ediliyor: “Ben altı -bir rivayette yedi- yaşında iken, Hz. Peygamber benimle evlendi, dokuz yaşında da benimle birlikte oldu!”  

Öncelikle yine Kur’an-ı Kerim’e dayanarak “akledelim, düşünelim” ve ondan sonra fikir yürütelim…  Hz. Ayşe bunu kime ya da kimlere nerede, ne zaman niye söylemiştir? Bu bir. İkincisi, İslami anlayışta aile içinde olup bitenler ve hele de karı koca arasındaki özel hayat ulu orta anlatılmaz. Üçüncüsü, Hz. Ayşe’nin 17 ve 18 yaşında evlenmiş olduğuna dair de rivayetler vardır. Onları dikkate almadan altı ya da yedi yaşında evlendiği rivayetine sahip çıkıp buna da “Sünnet” kılıfını uydurarak sabi çocukların hayatlarını karartmak düpedüz cehalettir, cehaletten de öte cinayettir. İslami çevrelerde çokça kullanılan ifadelerle “Velev ki öyle olsa bile” Peygamberimizden sonra bu uygulama kimsenin haddine değildir. Çünkü, İslamiyet’in yayılması ve o günün pek çok meselesinin halledilmesine yardımcı olacağı için O’na verilen çok evlilik yapma hakkı da başkasına verilmemiştir. Siz Peygamber misiniz be sapık herifler?

Bütün bunların dışında, Cahiliye dönemi adetlerinin bazıları İslami dönemde de devam etmiş ve kademe kademe kaldırılmıştır. İslamiyet, Cahiliye döneminden gelen kölelik ve cariyeliği de kaldırmış, Peygamberimiz cariye olarak hizmetinde bulunanları nikahına almış, köleleri de hürriyetlerine kavuşturmuştur. Ne yazık ki özellikle Emeviler döneminde Cahiliye adetlerinin bazıları hortlatılarak din anlayışının içine sokulmuştur ve öylece sürüp gitmekte, okumuş yazmış ilim adamı kisveli kişiler de toplum baskısına boyun eğerek sessiz kalmayı tercih etmektedirler.

Yazımızın baş tarafına aldığımız Ankara Müftüsü’nün maksadını aşan, ilmine yazık eden ifadeleri   bunun tipik örneğidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en üst bürokratlarından biri bunu yapar ve “Zayıf hadislere bile iman ederiz” derse işin nereye vardığı/varacağı bellidir. Dolayısıyla da iş bitmiş demektir ki bunun belirtilerini hemen her gün görüyoruz.

Birkaç yıl önce “Okuyanları gördükçe beni hafakanlar basıyor” dediği için gündeme gelen ve üstelik “Profesör” titri de olan biri üniversitede öğretim üyesi bir hanımın odasını basarak “Benim olacaksın, yoksa…” diye tehdit ediyor, Karabük’ün bir köyünde İmamlık yapan biri, kendi nikahlı hanımı tarafından hem de caminin bir odasında aşk yaşadığı başka bir hanımla basılıyor. İmam kılıklının kayınpederinin ifadesine göre de Müftü, “Aralarında imam nikahı varsa mesele yok” gibi bir şeyler söylüyor.

Oof, of!.. Tiksindim, iğrendim, insanlığımdan utanıyorum. Yazıyı burada sonlandırmazsam daha neler neler dökülecek ortaya. Günah, ayıp, ahlaksızlık, namussuzluk almış başını gidiyor ama anlayan kim, dinleyen kim, kime laf anlatacaksın?

Devran böyle dönmeye devam ederse daha nice sabinin canı yanacak, nice ocaklar sönecektir.

Bu şartlar altında insanlara doğruları anlatma yolunda bizim yazıp çizmelerimiz de boşuna bir emektir. Yaptığımız iş derdimizi ummana dökmek misali yazıya dökmekten ibaret olsa da “Zayıf Hadislere” değil doğrudan Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret Günü’ne ve Kader’e inandığımız için er ya da geç hakikatin anlaşılacağını umuyor, bekliyoruz. Kullardan ümidimizi çoktan kesmiş olsak da Allah’a olan ümidimiz ve güvenimiz yerinde duruyor.