“Asrın Felaketi” olarak nitelendirilen bir afetle karşılaştık. On ilimizde doğrudan yıkıma sebep olan ve yaklaşık on bir milyon insanımızı doğrudan, milletimizin tamamını ise dolaylı olarak etkileyen, dünyada da tedirginlik uyandıran bir deprem yaşadık.

Etkileri belki yüz yıl geçse de unutulmayacak bir felaket; Allah’ın bir daha bize de başka milletlere de böyle bir felaket göstermemesi en büyük dileğimiz ve duamızdır.

Gelin görün ki “Geliyorum” diyen ve geleceği, gelmesi beklenen bir felakete böylesine hazırlıksız yakalanmak olacak iş değil. Başta   resmi devlet kuruluşları olmak üzere özel kuruluşlar, siyasiler, üniversiteler, belediyeler, müteahhit diye, mühendis diye geçinenler velhasıl topyekûn milletimiz suçlu, hepimiz suçluyuz.

Devlet tedbir almaz, denetlemez, çıkardığı kanunları, yönetmelikleri uygulamaz, hatta kendisi çiğner, çiğnenmesine de göz yumar. Çünkü siyasi hırs her şeyin, bütün değerlerin önündedir. “Oy deposu” olarak görülen çevre ve grupları ürkütmemek insan canından, nesillerin geleceğinden bile önemlidir. “İmar barışı” diye ikide bir çıkarılan ve aslında para toplayıp felaketlere zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramayan uygulamalar için bizzat devlet kurumları tarafından hazırlatılıp “Kamu spotu” adıyla televizyonlarda yayınlatılan şu “felakete davet” reklamında geçen sözlere bakar mısınız?

“- Amcalarım, teyzelerim, ninelerim, dedelerim, devletten size müjde; İmar Barışı geldi. Geçmişte kayıtsızca yapılan yapılar kayıt altına alınıyor, devlet vatandaşıyla helalleşiyor!..”

Bir teyze sevinç ve umut dolu bakışlarla soruyor:

“- Ah Hasan Bey ah! Zamanında açıkta kalmamak için iki göz yer yaptık ama ha yıkıldı yıkılacak korkusuyla yaşadık. Devlet bizimle de helalleşiyorlar mı?”

Teyzenin sorusu ile o reklamda verilen aşağıdaki cevap birlikte değerlendirilince yaşanan ve yaşanacak felaketlerin sebebi ortaya çıkıyor:

“- Devlet vatandaşın sorunlarını çözmek için var.  Üstelik artık evinize elektrik, su ve doğalgaz bağlanabilecek!”

Yani “Ha yıkıldı yıkılacak” durumdaki ev İmar Barışı’na girip belli bir ücreti yatırınca “sapasağlam” oluverecek ve bütün haklara sahip olacak!

“Belediye İşi Gönül İşi” sloganıyla katıldıkları son mahalli seçimler öncesinde Sayın Cumhurbaşkanı aynı zamanda AKP Genel Başkanı olarak il il dolaşıp “İmar Barışı” ile neler yaptıklarını anlatmış ve alkışlanmıştı. Şu işe bakın ki depremin bütün şiddetiyle vurduğu Malatya, Hatay ve Kahraman Maraş da bu iller arasındaydı. İşte bu illerde konu ile ilgili söyledikleri:

“İmar Barışıyla Malatya’da 88 bin 507 vatandaşımızın sıkıntısını çözdük!”

“İmar barışıyla toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorununu çözdük!”

“İmar barışıyla toplam 144 bin 556 Maraşlı vatandaşımızın sorununu çözdük!”

Bu konuşmalar yapıldığına ve arşivlerde durduğuna göre şimdi eğri oturup doğru konuşarak deprem felaketi geçiren illerimizde İmar Barışı ile sorunların çözülüp çözülmediğini sorgulamak gerekmez mi? Sorunların İmar Barışı ile “Kayıtsızca yapılan” binaları kayıt altına almakla değil tekniğine göre yapmakla çözülebileceğini ne zaman öğreneceğiz?

Gelin görün ki siyasilerimizin bunu öğrendikleri de öğrenecekleri de yok. Şu büyük felaketin olduğu günlerde bile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’nin verdiği yeni bir İmar Barışı Önergesi TBMM Komisyonu’ndan geçti gidiyor. Bakalım Sayın Destici o önergesini geri çekecek mi ya da genelde olduğu gibi yine AKP, MHP grupları ve Destici’nin bir kişilik takviye oyu ile çıkarmaya cesaret edebilecekler mi?

“İmar Barışı” saçmalığına ovalık alanlara, dere kenarlarına imar izni verilmesi, yapı denetimlerinin ahbap çavuş ilişkileri ile yapılması, gerekli denetimlerin yapılmaması da eklenince işte sonuç ortada: On binlerce ev yıkılıp tuzla buz oluyor, on binlerce can kaybı, yaralı, öksüz, dul ve yetim…

Siyasi erk sahipleri işin kolayını bulmuşlar: “Takdir-i İlahi/Kader Planı!..”

Kişi, ve kurumların hataları, beceriksizlikleri ve siyasi hesapları yüzünden meydana gelen felaketlere, uğranılan kayıplara “Takdir-i İlahi” ya da “Kader Planı” deyip geçmek doğru değildir. Bu anlayış düpedüz sorumluluğu Allah’a atmaktır. Hadis-i Kudsi’de “Allah’ın Rahmeti gazabını geçmiştir” buyurulurken öyle bir ifade kullanmak ancak ve ancak din cahili olan insanları teselli eder ama gerçek değişmez. Hele de deprem, sel, yangın gibi büyük felaketlere gerekçeler uyduran birtakım çevreler var ki içimden “Allah’ın laneti onların üzerlerine olsun” demek geliyor. Ne imiş efendim, “Sığınmacıları sevmediğimiz içinmiş!” Ne imiş efendim, “İçki ve fuhuş alıp başını gittiği içinmiş!” Ne imiş efendim, “Kürtaj yapılıyormuş”, “ABD’nin fay hatlarını tetiklemesinden dolayı” imiş! Miş de miş miş, miş de miş miş!..

Evi soyan “Hırsızın hiç mi kabahati yok” misali yukarıda verdiğimiz “Kamu spotu”nu hazırlatıp yayınlayan mevcut iktidarın, gelip geçen başka iktidarların, tavizci siyasilerin, müteahhitlerin, mühendislerin ve bunlara göz yuman milletin hiç kabahati yok öyle mi?

Sahi, -haşa ve haşa- Allah’ın biz Müslümanlara bir garezi mi var da “Takdir-i İlahi” ya da “Kader Planı”nı hep bizim üzerimizde uyguluyor? “Gavur” dediğimiz Avrupalılara, “Dinsiz” dediğimiz Japonlara “Takdir-i İlahi” ya da “Kader Planı” niye uğramıyor? Bu anlayış insanları İslamiyet’ten soğutup onlara yaklaştırmaz mı? Cenab-ı Allah, zekât verilecekler arasında “Müslüman olmayıp da Kalpleri İslamiyet’e ısındırılacak olanları” da sayıyor. Bu durumda onların kalplerini İslamiyet’e nasıl ısındıracağız? Hem, Allah kurunun yanında yaşı da yakar mı? İçki içen, kumar oynayan, fuhuş bataklığına batan suçlularla birlikte suçsuz günahsız insanları, bebekleri, çocukları niye helak etsin? Yüce Allah, “Hiçbir kimse başkasının günahını yüklenmez” (Fatır Suresi, Ayet 18)    derken böyle bir şey olabilir mi? Siz nasıl Müslümansınız? Yaza yaza usandım ama Kur’an-ı Kerim’de adeta başımıza vura vura defalarca “Aklınızı kullanın”, “Öğüt alın”, “Düşünüp ibret almaz mısınız” diye buyurulmuyor mu? Ne zaman aklınızı başınıza alacak, daha doğrusu dininizi, İslamiyet’i hakkıyla ne zaman öğrenecek ve öğrendiğinizi ne zaman yaşayacaksınız?

İbret alınacak örnekler önümüzde duruyor. Japonya bize göre kat be kat şiddetli depremlere uğruyor ama ne binaları yıkılıyor ne de can kayıpları oluyor. Neden? Çünkü rehberleri ilim, kuralları sağlam. Aklediyor, ibret alıyor, düşünüp buluyor ve uyguluyorlar da ondan.

Şu sıralarda ülkemizde bulunan ve Türkçemizi de gayet güzel anlayıp konuşan Japon Deprem Uzmanı  Yoshinori Moriwaki’ye soruldu:

“- Japonya’da kurallara uymayan müteahhitlere nasıl bir ceza verilir?”

“- Ceza verilmez; çünkü herkes kurallara uyar!..”

Bu arada Japonya’da, Almanya’da atılan bina temellerinin nasıl atılıp iskeletlerinin, kolon ve kirişlerinin nasıl yapıldığını, malzemeden hiç ama hiç kaçılmadığını, yolların alt yapılarının nasıl hazırladığını, her işin bir hesaba göre, mühendislik biliminin, toprak yapısının, risk faktörlerinin inceliklerine göre yapıldığını gösteren videolar da yayınlandı. Yurt dışına gittiğimiz zaman da zaten gördük, biliyoruz.

Yine Kur’an-ı Kerime dönelim: “İşte Allah bilmeyen, bilmek istemeyen ve İLİMDEN UZAK OLANLARIN KALPLERİNİ MÜHÜRLER!” (Rum Suresi, Ayet 59)

Öyle anlaşılıyor ki başta siyasilerimiz olmak üzere millet olarak hepimizin kalbi mühürlü, kulaklarımız sağır, dillerimiz lal, gözlerimiz kör! Öyle olmasaydı olanlardan ders alır ve benzer afetlerde büyük kayıplara uğramaz, “Kader Planı” diyerek kolayına kaçıp sorumluluktan kurtulduğumuzu sanmazdık. Öyle ki, daha çok birtakım rivayetlerle efsaneleri kendine has üslubuyla anlatarak belli bir dinleyici kitlesini peşinden sürükleyen Prof. Dr. Nihat Hatiboğlu bile “Bu yaşananlara kader denemez. Bilim yolundan gitmeliyiz” diye açıklama yaptı. Doğru olan budur.

İstatistikler açıklanıyor. Türkiye’de 453 bin müteahhit iş yapıyormuş. Tabir yerinde ise ipini koparan müteahhitlik yapabiliyor. Sıkı durun, Avrupa ülkelerinin tamamında ise yalnızca 25 bin müteahhit var. Yine soruyorum; olacak iş mi bu? Neden böyle oluyor?

Son deprem felaketi bir defa daha gösterdi ki milletimiz henüz yardımlaşma ve dayanışma melekesini kaybetmemiş. Yurdumuzun her bölgesinde adeta bir seferberlik ilan edildi. Bu çok güzel ama deprem bölgesinde yaşanan bazı yağma ve talan hareketlerine de üzüldük. Yapanlara ibretlik cezalar verilmeli. Yalnız, siyasi anlayışların pespayeliğini, kraldan çok kralcı olarak ifade edilebilecek bürokrat ya da görevlilerin yakışık almayan davranışlarını da yazmak zorundayız.

İktidar partisinin bir eski milletvekili, hem de bir kadın milletvekili kendi iline yardım götüren ve incelemelerde bulunup ne yapılabileceğini tetkik eden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na yakışıksızca saldırdı, ithamlarda bulundu. Oysa, yanına giderek “Sayın Başkan, ilginize teşekkür ederiz, şu acılı günlerimizde derdimize ortak oldunuz, sağ olun” deseydi, diyebilseydi ne olurdu? Milletimizdeki yardımlaşma duygusu, feraset, siyasilerde niye yok? Yardımlaşma seferberliği başlatan asil milletimizin fertleri takım taraftarlığını, siyasi görüşlerini, mezhep farklılıklarını, yardıma gelen ülkelerin kurtarma ekipleri siyaseten  kavgalarını, kırgınlıklarını bir tarafa bırakıp canla başla bir can kurtarabilmek için çalışırlarken, Yunanistan’da bile duvarlara Yunanca olarak “Hepimiz Türküz” yazılırken, minicik yavrularımız arama kurtarma ekiplerindeki yabancı kurtarıcılarına içtenlikle sarılıp teşekkür ederlerken bizim siyasilerimizdeki hırs, kin, düşmanlık nedir?

İktidar Partisi’nin sözcüsü daha felaketin ilk günlerinde, “Cumhur İttifakı olarak sahadayız” gibi hiç de hoş olmayan bir ifade kullanarak bir bakıma niyeti ortaya koymuştu. Muhalefet belediyeleri bütün imkanları ile sahada olmalarına rağmen Başbakanlık da yapmış olan AKP Genel Başkan Vekili Binali Yıldırım’ın, “Oralarda muhalefet belediyelerini görmedim” demesi nedir Allah aşkına?  Ya gözleri ışıltılı Bakan’ın, Cumhurbaşkanı açıklama yaparken canlı yayınlarda görüntüye girebilmek için itişip kakışan çocuklar gibi etraftakileri iterek kadraja girmesi! (Keşke Sayın Cumhurbaşkanı o açıklamaları yaparken bölgede bulunan muhalefet liderlerini ya da belediye başkanlarını da yanına alıp birlik ve beraberlik mesajı verebilseydi! O günleri görebilecek miyiz acaba?)

Ne yazık ki sergilenen tavırlar o günlerin hayal olduğunu gösteriyor. Mesela Muğla ve Gaziantep’ten gelen haberler de oldukça ürkütücü idi. Yardım için seferber olan bazı muhalefet belediyeleri ile sivil toplum kuruluşlarının yardım tırlarına valilik ya da iktidar partisinin logolarının asıldığını belgeleriyle yayınladılar. Hem “Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde” deyip hem de böyle itici, dışlayıcı tavırlarda bulunmak doğru, insani ve ahlaki değildir. Önce iktidar buna uyup kucaklayıcı olacak ki muhalefete söz söylemeye yüzü olsun.

Son söz: Lütfen sakin olalım. İktidarıyla, muhalefetiyle, ülkemizin bütün kurum ve kurulları ile ve topyekûn Türk Milleti olarak dini cehaletten, siyasi ahlaksızlık ve kokuşmuşluktan sıyrılmak zorundayız.