Nezdimizde üç rakam çok önemlidir.

Bir, beş ve dokuz…

Bir, Allah’tır, yalnız ona ibadet ederiz ve yalnız ondan yardım dileriz.

Beş, islamın şartlarıdır.

Dokuz, ışıktır ve kıymetlimizin emanetidir.

Şahsen “keşke” kelimesinden nefret ederim ve mümkün mertebe kullanmamaya çalışırım.

Bir insanın hayatındaki keşkelerin sayısı beşi geçmemelidir!

Bizimki henüz üçte...

İnşallah dörtlemez ve toleransla da beşe ulaşmaz.

Şükretmeliyiz ki Türk yaratıldık, Türk olarak şereflendik, anıldık.

Şükretmeliyiz ki Müslümanız, o bahtiyarlığı sahiplendik.

Şükretmeliyiz ki yüce Allah bize başımızı öne eğdirecek, herhangi bir faniden gözümüzü kaçıracak bir fiil yaşatmadı.

Ve şükretmeliyiz ki Türk Milliyetçiliği aşısıyla aşılandık çocukluğumuzda, ülkülerimiz uğruna yokuşlar tırmandık ömrümüzce ve inşallah son nefesimize kadar aynı türküleri çığıracağız, aynı ilahileri okuyacağız, aynı marşlarla yürüyeceğiz…

Bu yaşımıza kadar aile büyüklerimizin ve öğretmenlerimizin dışında el öpmedik hamdolsun,

Bu yaşımıza kadar bir irade karşısında dünyalık uğruna diz çökmedik hamdolsun,

Bu yaşımıza kadar muhtar seçimi dahil Türk Milliyetçisi dışında tek bir kula tek bir oy vermedik hamdolsun…

Dava dediğin birileri unutsa da bizim için ekmek oldu, su oldu, hava oldu, kısaca hayat memat meselesi oldu biteviye…

Her nedense ülküsüz kalırsak nefesimizin kesileceğini düşündük hep…

İnanmadığımız bir hesabın içinde olacağımız gün kurusun, dedik, diyoruz, diyeceğiz.

Kan kokulu uykusuz gecelerin ardında,

Çocukluk arkadaşlarımız,

Üniversiteden sıradaşlarımız,

Birçoğuyla ayrı mecralara savrulduk kâh inanç erozyonunda, kâh da fındık kabuğu mertebesinde…

Sırtladığımız davada savrulanları görmek bazen de aldatılmışlık şüphesi ne zor bir duygu…

Hani rahmetli Galip Erdem’in (amca), “Bin zahmet ve emekle acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu. Ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız” sözü var ya işte o misal.

Zirve, zirve, zirve!

Çıktığı zirveden unuttuğunu(!) almak üzere aşağı inene veya indikten sonra aynı amaçla zirveyi tekrar deneme cesaretini gösterene pek rastlanmamıştır.

Ve bizlere de "Yanarım yanarım, dostumun ülkümüzü yok sayanla dost olmasına yanarım" demek kalmıştır.

Ölümün ayırdıklarına yazık oldu dedik,

Önünde ikbali vardı, ardında sevenleri kaldı dedik,

Dualar eşliğinde gömerken kara toprağa ağlamıştık sessizce ama içten,

Kim bilir belki de o beyaz atlara binip kanatlananlar bizden daha şanslıydılar,

Hiç olmazsa bazı arkadaşlarının arkadaki taş olduğunu görmediler veya bazen de aldatılmışlıklarını seyretmediler çaresizce…

Fazlaca zedelenmeden kalabilen bir ortak payda var, “eskimiş arkadaşları defnetmek üzere ayrılıklara ve aykırılıklara karşın mezarlıklarda buluşmak.” Bari buna dokunmayın. Eğer dokunursanız inanmadığınız hesabın içinde olduğunuz gün kurusun.

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun kabristanlarda buluşanlara…