“Bizde Her Şey Neden Ateş Pahası Acaba?” başlıklı yazımda Avrupa’ya giden doğalgaz hatlarının Türkiye’den geçmesine rağmen Almanya örneğini vererek orada bize göre çok daha ucuz bir kullanım ücreti alındığına işaret etmiş, belgelerle anlattıktan sonra, “…hani sormadan da edemiyoruz; acaba bizim bürokratlar, siyasiler ya da iktidar sahipleri dışarıdan alınan ürünler için pazarlık etmesini mi bilmiyorlar, ne istenirse ona “evet” mi diyorlar, arada komisyonlar mı dönüyor, başka aracılar mı var” diye sormuş, “Türkiye’de Medya Sektörünün Ölümü ve Bir Hatıra” başlıklı yazımda da “Siyasetten, ticaretten, menfaatten bağımsız bir gazete, bir televizyon kanalı, bir ajans gösterebilecek biri varsa beri gelsin” diyerek serzenişte bulunmuştum.

Yeniçağ TV’de yayınlanan röportajında gazeteci Arslan Bulut da yine belgelere dayanarak olup bitenlere açıklık getirdikten sonra önemli bir soru sordu: “BBC araştırdı, çünkü Türkiye’de gazetecilik öldü artık; kimse araştırmıyor. Rusya, bin metreküp doğalgazı Avrupa’ya 120 Türkiye’ye ise 280 dolara satıyor. Peki, aradaki 160 dolar fark kimin cebinde?” Sahi, bin metreküp doğalgaz için fazladan ödenen bu fark kimin ya da kimlerin cebinde?

Kısacası ey okuyucu, ey aziz Türk Milleti! Sizler, bizler hepimiz haklıyız ama öyle anlaşılıyor ki bu dünyada alacağımız yok! Herhalde, tedbir alınmadığı, binalarımız usulüne göre yapmadığı, imar afları ile iş çığırından çıkarıldığı için büyük yıkımlara ve can kayıplarına sebep olan depremler gibi “Kader” deyip sesimizi çıkarmadan oturmamızı istiyorlar. Ancak Allah’ın verdiği aklı kullanmayıp sorgulamayanlar hem bu dünyada hem de öbür dünyada zarardadırlar. Sormak, sorgulamak hepimizin görevidir. Sorgulamayan insan kaderden bahsedemez. İnanıyoruz ki Allah, akıl fikir verip de “Sorgula, aklını kullan, araştır, düşün, öğüt al” diye yarattığı insanoğlunu, sorgulamadan yaşayıp her başına gelene “kader” deyip sineye çektiği için mutlaka sorgulayacaktır.

Bu girişten sonra gelelim Kızılay meselesine…

Osmanlı’nın Hilal-i Ahmer’i, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kızılay’ı hep iyilik ve güzelliklerle gündeme gelir, nerede bir felaket olursa uzanır, herkes o güzide kuruma yardım eder, yardımlarının çar-çur edileceğini aklının köşesinden bile geçirmezdi. Ancak son yıllarda bozulup kokuşturulan pek çok kurum ve kuruluşumuzla ayaklar altına alınan değerlerimiz gibi Kızılay’a da bir şeyler oldu. Aslında bir şeyler de değil çok şey oldu!

Kokuşma ve yolundan sapma aslında, yıllar önce Ankara’nın en merkezi ve en meşhur meydanına adını da veren o sevimli, sevimli olduğu kadar da sıcak, sıcacık tarihi Kızılay binasının yıkılıp yerine estetikten uzak, o güzelim meydanı meydanlıktan çıkaran Gökçekvari ucube binanın dikilmesi ile başlamıştı. Sonra, Kızılay’ın çıkarıp pazarladığı maden suyu şişelerindeki logodan TÜRK kelimesinin çıkarılması ile devam etti. O konularda millet olarak hepimiz suçluyuz ki tarihi Kızılay binasını ve Kızılay Meydanı’nı koruyamadık, Madensuyu şişelerindeki TÜRK KIZILAYI damgasının kaldırılmasını önleyemedik.

Zaten, Kızılay’ın başındaki vatandaş da Türk’le ve Türklükle derdi olduğunu açıkça ortaya koyuverdi. Attığı teweet ve ekine koyduğu Türklükle dalga geçen karikatür kendini tamamen ele veriyor: “Amerikalı bir arkadaşım Türkiye’de okuyan çocuklarının kendilerini Türk sandığını söyledi!” Ekine koyduğu karikatürde de Andımız üzerinden Türklükle dalga geçiyor ve ne yazık ki bu vatandaş, adının başında Türk olan “Türk Kızılayı”nın başkanı!...

Son yıllarda ise Kızılay; Başkanı, Genel Müdürü, Yönetim Kurulu Üyeleri ve çalışanlarının aldıkları yüksek mi yüksek maaşlarla, İstanbul’da bilmem kaç bin dolara kiraladıkları yüzme havuzlu yalı ile, kurban paralarını topladıktan sonra bu dini vecibeyi bile istismar ederek bazı vakıf ve derneklere dağıtması ile gündeme geliyor. O vakıflar arasında sanırım Türkiye Diyanet Vakfı da vardı. Kocaeli Milletvekili Lütfi Türkkan’ın TBMM kürsüsünden dile getirdiğine göre Kızılay’a 70.000 kurban bağışı yapılıyor, 52 binini kesip geri kalan 18 bin kişinin kurban paralarını yandaş vakıf ve derneklere “bağışlıyor!” Yani 18 bin kişi kurbanlarının kesildiğini sanıyor ama Kızılay el kesesinden ağalık yaparak bu paraları mundar ediyor! Biz burada iftira etmiyor, TBMM kürsüsünde dile getirilip hesap sorulan bir konuya dikkat çekiyoruz. Kısacası Kızılay’ı “yıpratma” gibi bir niyetimiz yok. Bir zamanların o güzide kurumunun başındakiler zaten fazlasıyla yıpratıyorlar.

Bu yazıyı kaleme almaya niyetlendiğim sırada Kızılay’ın bir başka saçmalığına daha şahit olduk: Ankara’nın doğalgaz ihalesini alan Başkent Gaz, Kızılay’ı aracı tutarak 8 milyon doları kendilerine emanet edilen çocuklara yapılan cinsel istismarla gündeme gelen Ensar Vakfı’na havale etmiş. Bu paranın 75 bin doları ise “Aracılık hizmeti” ya da “Komisyon ücreti” olarak Kızılay’a kalmış! Yani olacak iş değil ama oluyor. Dedik ya, değerlerimiz ayaklar altında, her yer, her iş koktu, kokuyor ve sanki özellikle kokutuluyor!

Burada açıktan açığa bir vergi kaçırma operasyonu var. Kızılay’a bağışlanan paralar vergiden muaf olduğu için böyle bir yol tutulmuş. Nitekim Kızılay Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık da 29 Ocak akşamı Haber Türk TV’de Veyis Ateş’le konuşurken, “Vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başka” diye bunu açık ve net olarak itiraf etti. Yani arada bir katakulli, bir “Al gülüm ver gülüm” komedisi ya da “Minareyi çalıp kılıfını uydurma” operasyonu var. Türkiye’de yüzlerce Vergi Denetmeni, Vergi Kontrol Memuru ve bir dünya Savcı olduğuna göre bu tür operasyonlar için yapmaları gereken işlemler olduğunu sanıyorum. İşin devleti ilgilendiren yönü bu. Bir diğer yönü ise millet olarak doğrudan bizleri ve ceplerimizi ilgilendiriyor. Aslında yazımızın girişindeki konu ile de bağlantısı olan durum şu:

Başkent Gaz 8 milyon dolar gibi bir parayı bir yere “bağışlayabiliyor” ya da vergi kaçırmak için al gülüm ver gülüm numarası çekebiliyorsa acayip mi acayip, fahiş mi fahiş, yüksek mi yüksek kâr ediyor demektir. Anlayacakları dilden söyleyecek olursak böyle bir kâr külliyen HARAMDIR. Bu kâr üzerinden yapılan “bağış” ya da “hayır” ise yapana da yaptırana da zırnık fayda ve sevap getirmez. Bir hayır yapıp sevap kazanmak itiyorlarsa yapılacak iş elde edilen kârı doğalgaz abonelerine dağıtmak ya da kullanım ücretlerini en azından Almanya seviyesine indirmektir. Bunda devleti yönetenlerin de ilgili şirketin de sorumluluğu vardır.

Bizler ister dönen komisyonlardan, ister olağanüstü elde edilen kârlardan dolayı mağdur edilip zarara uğratılıyor olalım; durum değişmez. Haksızlık karşısında susmak şeytan işidir. Biz ise Allah’ın “En güzel şekilde” yaratıp akılla, fikirle donattığı insanoğlu insanlarız! Onun için aklımızı kullanacak ve hakkımızı arayacağız. Bunu yapmazsak vebal altında kalırız.