Demokrasi bir çoğulculuk rejimidir, her düşünceye kendini ifade imkanı tanır. Radikalleşmenin, yasa dışı yollara sapmanın önündeki en büyük engel budur! Konuşabilen, düşüncelerini ifade edebilen, örgütlenebilen bir toplumda kolay kolay uç cereyanlar etkili olmaz.

Konuşma, söz söyleme kanallarının kapalı olduğu toplumlar öfkelerini biriktirerek kendilerini farklı şekillerde izah yoluna giderler. Bu da anarşi demektir. Herkes konuşabilmeli, ama şiddete, kamu düzenini bozacak yol ve yöntemlere sapmadan.

Bazen bu ölçüye dikkat edilmez, özellikle oy kazanma kaygısı aşırı vaatçi söylemlere sebep olur. Toplum düzenini sarsacak taahhütlerde bulunulur. Sözün nereye gideceği, hangi sonuçlara neden olacağı hesaplanmaz. Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Şevardnadze Sovyetleri bir kelime, "Glastnost" parçaladı der.Bazen kelimeler bir savaşta bile elde edilemeyen sonuçlara vesile olabilirler.

Seçime doğru yaklaşıldıkça, -oy kazanma- kaygısının toplumsal bütünlük kaygısının önüne geçtiğini gösteren açıklamalar yapılıyor. Ülke yönetimine talip olanların hiç vazgeçmeyecekleri şeylerin başında bütünleştirici bir üslup gelmelidir. Siyasetçinin amentüsü birlik ve ona uygun politik bir dildir.Özerklik, ana dilde eğitim gibi sözler, Glastnost Sovyetlerde hangi sonuçlara neden olmuşsa burada da o sonuçlara neden olur.

Tarihimizde bunun sayısız örnekleri vardır, özerklik çağrışımı yapacak açıklamalarda bulunan politikacılar Girit tarihini iyi incelemelidirler. Girit, Özerklikten Yunanistan'a katılmanın hikayesini gösteren ibret verici bir örnektir. Tarih bize özerkliğin bölünmeyi engellemediğini, tam aksine kolaylaştırdığını, ona giden yolu açtığını göstermektedir. Dillere pelesenk edilen eşit vatandaşlık da öyle. Eşit vatandaşlık isteyenler, bireylerin eşitliğini değil, etnik eşitlik istiyorlar. Bunun anlamı Türklük de bir etnidir, Türkün devlet kurma hakkı ne kadar varsa benim de olmalıdır demektir. Bunun da tarihte örneği Tanzimat'tır. Tanzimat Müslümanlarla, gayri Müslimler arasında eşitlik getirmiş, bu eşitlik birey düzeyinde değil, din düzeyinde ve kolektif olduğu için Osmanlı'nın sonunu hazırlayan sebeplerden biri olmuştur.

Bugün Lübnan, din ve mezhep eşitliği, kolektif eşitlik üzerine kurulmuş parçalı bir toplumdur. Her dinin ve her din içinde meşreplerin mecliste farklı sayılarda kotaları vardır. Hıristiyanlar: Maruniler, Rumlar, Ermeniler, Ortadokslar, Katolikler olarak bölünmüşlerdir. Müslümanlar: Sunniler, Şiiler, Dürziler olarak ayrışmışlardır.CB Hıristiyan Başbakan Sunni, Meclis başkanı Şii'dir. Bu ayrışma Lübnan'a barış değil iç savaş getirmiştir. Bu kolektifler, Lübnan'ın ortak menfaatlerini değil, kendi çıkarlarını öne çıkarmışlar hep onun için mücadele etmişlerdir. Onun için Lübnan tarihi bir iç savaşlar tarihidir. Bütünleşip milletleşemedikleri için sürekli işgaller, baskılar altında kalmışlardır. Bir dönem İsrail işgali yaşamışlar, uzun bir dönem Suriye'nin hegemonyası altında kalmışlardır. Başbakanları suikastlere kurban gitmiştir. Kolektifçilik Lübnan halkının milletleşmesini, ortak menfaatlerde ve bir üst kimlikte buluşmasını engellemiştir. Lübnan coğrafyası da bu kolektifler arasında paylaşılmış, bölünmüş bir coğrafyadır. Bu kavgalar bir dönem Lübnan'lı politikacılara Türkiye gibi olmalı, hepimizi buluşturacak bir üst kimliğe sahip olmalıyız sözlerini söyletmiştir. Ne yazık ki, bu örneklik son yirmi yılın ulussuz, ulusu reddeden politikalarıyla yok edilmiştir. Bundan ders almak, millet/ulus gerçeğine dört elle sarılmak varken özerklik, ana dilde eğitim gibi laflar ederek bu ülkenin Lübnanlaştırılmasının yolunu açılmıştır. Türklük Türkleri, Müslümanlık Müslümanları birleştiren bir unsur olmaktan çıkarılmıştır.

Bir siyaset, -tek dil- demediği müddetçe tek devlet, tek bayrak, tek millet lafları koca bir yalandan başka bir şey değildir. Duygudaşlığı, ortak kimliği yaratan ortak bir dilin varlığıdır. Farklı diller farklı duygudaşlık ve kimlikler yaratmaya neden olur. Dünya bunun örnekleri ile doludur.Herkes dilini konuşmalı, öğrenmeli, geleceğe intikal ettirecek çalışmalar yapabilmeli ama devleti kolektifleştirme yoluna gitmemelidir.Oy kaygısını bütünlük endişesinin önüne çıkaran bir siyaset ülkeye fayda vermez. Onun için siyasetçiler bu gibi konularda kolektifleşmeye yol açacak söz ve vaatlerden kaçınmalıdırlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım sonra.