Evet.. bir zamanlar gazeteciydik!

Mensubu olmaktan şeref duyduğum “gazetecilik” benim için dünyanın en onurlu mesleklerinden biridir. Bazı akademsiyenler tarafından “toplum mühendisliği” olarak da adlandırılan medya sektörü, ne yazık ki son yıllarda saygınlık ve etkinlik erozyonuna uğruyor.

Yazar Jacques Séguéla’nın kendisi tarafından kendisine ithaf edilen kitabı “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin… O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor!”u okumuştum yıllar önce. Fransız yazar aslında bir anlamda kendisini ve o dönem herkesin “reklamcılık sektörüne” bakış açısını anlatıyordu. Kitabı okuyunca zamanla Séguéla’nın kitabındaki reklamcılık ile günümüzdeki gazeteciliğin pek çok noktada benzerlikler gösterdiğini fark etmiştim.

Gazeteciliğin ve reklamcılığın ortak yönü, ikisinin de ne tahsil ne de diploma istemesidir.

Mesleğe ilk başladığım yıllarda haberi korkusuzca yazardık. Haberi titizlikle takip eder, ucu kime, kimlere dokunursa dokunsun sonuna kadar çekinmeden giderdik.

Çünkü bizler, bir zamanlar gazeteciydik.

Yıllar önce henüz acar bir muhabir olarak haber takibine giderken, kiralanan arabadan, yenilen yemekten, kalınan otele kadar her şeyin parasını tıkır tıkır biz öderdik.

Öyle ensesi kalın, kalantor, mevki ve makam sahibi kimselerin özel misafiri olarak gezmelere falan gidemezdik, gitmeye teşebbüs etsek, belki de işimizden olurduk.

Bir zamanlar gazeteciydik.

Sendikal haklarımız gereği, bir ay çift, bir ay tek maaş alırdık.

Yani, alınterimiz ile hakkımız olan parayı kazanırdık.

Kimseye muhtaç olmazdık bu yüzden.

Bir zamanlar gazeteciydik ve her gittiğimiz yerde, kurumda itibar görürdük…

Çok ama çok iyi hatırlarım ki, gece yarısı bir cinayet haberi takibi için karakola gittiğimizde, amirinden memuruna kadar herkes “gazetecilik” mesleğine saygıda kusur etmezdi. Karakoldaki polisler, çay ikram etmeden asla bırakmazlardı.

Gazeteciler de onlara saygısızlık yapmazdı.

Haber alma özgürlüğü çerçevesinde ellerindeki bilgiyi paylaşırlardı.

Bazen, gizli kalması gereken bilgileri ise “bilin ama lütfen bu aramızda kalsın” ricasında bulunurlar, kendileri açıklama yapmadığı sürece gazeteciden “çıt” çıkmazdı, sır “devlet sırrı” gibi saklanırdı. Çünkü güven esastı.

Şimdi de gazeteciyiz.

Tabi ki, istisnalar var.

Ama pek çok meslektaşımız artık maalesef yazılarını eli titreyerek yazıyor. Arkadaşlarımız, “Acaba yazdığım yazıdan dolayı birileri beni patronuma şikayet eder de kovdurur mu?” endişesi içinde gazetecilik yapıyor. Ya da bazı yazılardan cıvık cıvık yağ damlıyor!

Şimdi de gazeteciyiz. Ve sektörde bir (işsiz) gazeteciler ordusu var.

Ve bugün… Gazeteci olarak avanta istemek meziyet sayılıyor artık. Gazetecilik bazı durumlarda “tetikçilik” ile eşdeğerde. Gazetecilik, ya yalakalık ya da menfaatler için tehdit etmeyi içine sindirebiliyor.

“Kalemini kıran ancak satmayan gazeteciler”in yerini rant uğruna yalakalık yapmayı maharet sayan “fırıldak” gazeteciler almayı başardı. Ve maalesef onlar şimdi birer “muteber” gazeteci.

Güç, makam, mevki sahibi birileri ile aynı mekanda olanlar hemen boy boy fotoğraflar çektiriyor, sonra da böbürlenerek bu fotoğrafları internetteki sosyal medya hesaplarında yayınlıyorlar.

Kalınan otellerin, yenilen yemeklerin, hatta alınan hediyelerin parası, seyahati organize eden kurumlar tarafından karşılanıyor.

Gazeteciler elini cebine atmıyor. Cebine atınca da avantaları cebine indirdiğini anlıyorsunuz.

Eskiden gazetecilerin her yazdığı haber, her köşe yazısı ciddiyetle okunur ve okuyanlar aydınlanırdı. Şimdi ise haberler için sık sık “Bu haber neden yazıldı?” ya da köşe yazısını yazan birini övdüyse “neyin karşılığında övdü?”, eleştirdiyse de “ne istedi de alamadı?” diye düşünür oldu okurlar.

İstanbul’da da böyle, Ankara’da da böyle, İzmir’de de böyle, Adana’da da böyle ve Gaziantep’te de böyle..

Şimdi de gazeteciyiz.

Bir olaya gittiğinizde güvenlik şeridi çekiliyor, gazeteci güvenlik şeridinden içeri alınmıyor.

Önceleri toplumsal olaylarda emniyet müdürleri, polislere “Önce kendinizin ve basının can güvenliğini sağlayın” talimatlarının verilirdi.

Şimdi ise genellikle TOMA, jop, tazyikli su. Allah ne verdiyse giriyor…

Amirleri sürekli olarak “Gazetecilerden uzak durun, onları muhatap almayın” talimatları veriyor.

Eskiden gazeteciler sadece gazetecilik yapardı. Şimdi ise “gazeteci” denince akla neler geliyor neler…

Gazeteci, kamuoyu gücünü kullanarak halk adına devlet organlarını denetler. Demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Ancak günümüzde ya siyaseten kutuplaştık ya da yozlaştık.

Ben bir gazeteci olarak mesleğimizdeki yozlaşmayı anlatmaya çalıştım.

Hasbelkader bu mesleğe yıllarını vermiş biri olarak, insanın yıllardır omuz omuza çalıştığı meslektaşına bile güvenememesinin ne anlama geldiğini çok iyi bilirim.

Siz de anlayın istedim