Alıştığınız kriterlere şizofren kafanızda yarattığınız ben, neyi sustuğunuzu söylediğim için sözlerime deli saçması diyeceksiniz elbette.

Deli rolü yüklenmişse, konuşmak hak değil vazifedir artık bizim için. Konuşmalarınız içine gizlediğiniz kibirli, edepsiz, çenesi düşmüş, suskunluklarınızı duyuyor olmam akıllı rolünü oynayanı, elbette gülümsetmeyecek.

Eyüp Sultan’dan Eminönü’ne gitmek için otobüse bindim. Boş bir koltuk buldum oturdum. Karşımda kırk, kırk beş yaşları arasında bir erkek kardeşimiz yanında türbanlı bir hatun bacım.

İster istemez, hatun bacımın orta parmağına taktığı zikir sayacıyla ipnotize edilmiş gibi, sanırım yetmiş kadar besmeleden sonra hatunun hararetli konuşmasının, bir çeşit tartışmaya dönüşmesiyle kendime geldim.

İlk dakikadan beri ne susmuş nede sayaca basmayı bırakmıştı ve tartışırken bile hala sayaca basmayı ihmal etmiyor.

Ne diyor acaba içinden?

Gökyüzüne gülümsedim.

Artık nerdeyse türbanın bir parçası haline gelen, zikir sayacının bir üst seviyesi tespih.

Evet, evet bildiğimiz namaz tespihi.

Çay bahçelerinde, parklarda, evde komşuyla sohbet ederken, iki eliyle tutuğu boncukları, ipin üzerinde sağdan sola kaydırmakta, sanırım ibadetin bir parçası.

Bu akıma açık bazı hatun kardeşlerimizde katılıyor yavaş yavaş.

Yüreğime gülümsedim.

Biliyor musunuz; üç, beş yaş kreş ve anaokulu çocukları da uzaktan eğitimle din derslerini ihmal etmiyor. Tabletler karşındaki çocuklar, öğretmenlerinin Sübhaneke demesiyle kimi kucağındaki kediyi okşayarak, kimi kalemle resim yapmaya çalışarak, kimi burnunu karıştırırken, kimi bir ayağı havada kıçını kaşırken, hep bir ağızdan Sübhaneke demeye gayret ediyor, dilleri dönmüyor bir bileriyle dalga geçip gülerek derslere devam ediyorlar.

Ah bu çocuklar bir tarikat ehline düşse, bak nasıl öğrenirler diye geçirdim içimden.

Şah damarıma gülümsedim.

Kızım beş, oğlum yedi yaşındaydı. Bir gün kızım başını eşarpla sıkı sıkı bağlamış, abisinin elini tutuşmuş “Anne biz camiye gidiyoruz” dedi. Mahallemizin camisiydi. Bir ay sonra bıraktılar. Elmalılı Hamdi Hocanın tesfirini okudum her akşam üç beş sayfa. Şimdi büyüdüler kallavi üniversiteler bitirdiler. İbadetlerini layıkıyla yapıyorlar. En çokta fitre ve zekat konusunda çok titiz davranıyorlar.

Onlarla gurur duyuyorum.

Yavrularımızın masumiyetine gülümsedim.

Namazda ayak parmak koordinatlarını dakikalarca anlatan, iaşesini milletten devletten alan modern vaiz diyeceğim, hocalarımızda siyaseten gözünü alamıyor gibime geliyor.

Elimiz işte gözümüz uğraşta gereksiz konumlar aramak. Allah yeryüzünü mescit kılmışken iki minareli dört minareli camiler çinde kolonların muhteşemliği arasında yapılan ritüeller.

Hep küçük camileri sevdim mescitleri sevdim. İlk şahadette bir mescitteydi.

Nerden nereye geldim okur beni affetsin, içimizdeki hoşluğu, haz kuralı değil, hız kuralıyla İslam’la münasebetimizi, birkaç yaşanmışlıkla anlatmaya sorgulamaya çalıştım. Tabi bunlar ne iki satıra nede bir KİTABA sığmaz.

Mümkünse muhabbetle değilse sevgiye gülümse.