Albayrak’ın istifasından sonra, CB Erdoğan yargıda ve ekonomide reform yapacaklarını söyledi.

Daha sözlerinin yankısı bitmeden, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu ifadeye çağrıldı. CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu tehdit edildi.

Bir ülkede bir parti lideri tehdit edilebiliyor, ülkeyi yönetenler bunu seyrediyorsa o ülkede ne kamu düzeni vardır ne de kimsenin can güvenliğinden söz edilebilir.

Meseleyi vahim hale getiren, tehditten ziyade kamu düzenini sağlamakla mükellef olanların suskunluğudur.

Ben şahsen sn Cumhurbaşkanından şu sözleri bekledim: bu ülkede bir parti liderinin tehdit edilmesi benim tehdit edilmemdir, kimse buna cüret edemez, eden de sonuçlarına katlanır. Keza, Soylu’dan da beklenen benzer bir tepki ve kolluğu harekete geçirmesiydi.

İkisi de olmadı, bu durumda bin tane yargı reformundan bahsetseniz ne olur? Esas olan iktidarın inandırıcılık sorunudur. Kimse bu iktidardan ülkenin gerçek sorunlarına neşter vuracak bir reform veya bir düzenleme beklemiyor.

Kaldı ki, mesele yasa çıkarmak değil, yasaları doğru uygulamaktır. Türkiye’nin sorunu yasaların eksikliği değil, yasaların uygulanmamasıdır. Dün dediğimiz yakın geçmişte AYM ve AİHM kararlarına en üst düzeyde nasıl tepki gösterildiğini biliyoruz. Yasalar AYM ve AİHM kararlarına uymayı emrediyor, buna uymadıktan sonra yeni yasalar yapmak, sözde reform gösterilerine girişmenin ne anlamı olabilir? Yasalar, merkez bankasının bağımsız olduğunu söylüyor, yasaya rağmen –söz dinlemiyor diye- merkez bankası başkanları değiştirilmedi mi?

Bu iktidar kendi gücünü sınırlayacak yahut denetleyecek bir reform yapamaz. Çünkü zaten bu sistemin tercih edilmesi her türlü denetim ve kısıtlamadan azade olmak içindi. Gücün tek elde temerküzü kurumları, kurumsal aklı bitirir. Temel sorun budur, bir reform yapılacaksa hukuk devletinin bir gereği olarak önce en yukardan en aşağıya kadar her güç ve yetki sahibini denetleyecek bir mekanizmanın kurulması gerekir. Bu olmadığı müddetçe kısa süreli düzelme görüntülerinin dışında hiçbir değişme olmaz.

Türkiye partili başkanlık sistemine evet diyerek aslında bugün geldiğimiz noktaya evet dedi. Tekçi, otoriter her sistem eleştiriye kapalıdır. Ülkeyi yönetenler zamanla kendilerini devletle özdeşleştirir, hiçbir eleştiriye hoşgörü ile bakmazlar. İmamoğlu’nun ifadeye çağrılma gerekçesi bunun en açık göstergesi. Kanal İstanbul devlet projesi olduğu için eleştirilemezmiş. Bu, vatandaşın eleştiri hakkının, beğenmeme hakkının hatta konuşma hakkının elinden alınmasıdır. Ne demek devlet projesi, devlet adına birileri yanlış yaptığında niçin eleştirilmesin? Sonra devlet projesi, hükümet projesi diye bir ayrım mı var? Bu, biz devletiz, bizi kimse eleştiremez zihniyetinin dışa vurumudur. Bu düşünce biçimi, soruna müdahale edilmesine imkan tanımaz, çünkü sorun bizzat kendisidir. Nitekim Kılıçdaroğlu’na yapılan tehdide küçük ortağı sahip çıktı. Ülkücülüğü tasfiye etmek isteyenler, onu itibarsızlaştırmak, gözden düşürmek için yol arkadaşlarını da ona göre seçiyorlar. Türk milliyetçiliği, ulusalcılarla tasfiyecilerin muhasarası altındadır. Biraz dinden-imandan bahseden hemen odağa alınıp, suçlanabiliyor. Türk milleti Müslümandır, kıyamete kadar da öyle olacaktır. Türk milliyetçileri de milletinin değerlerinin sonsuza kadar bekçisidir.

Krizde olan sadece ülke ekonomisi veya demokrasi değil, kimlikler de krizdedir. İslamcılar, bu talan ve yalan siyaseti karşısında, milliyetçiler ona verilen destek karşısında büyük bir bocalama yaşıyorlar. Bu berzahtan kurtuluşun yolu demokrasiye, adalete, kuvvetler ayrılığına ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmektir. Geçen her dakika milletçe ödeyeceğimiz maliyeti artırmaktan başka işe yaramıyor. Kısacası reforma değil, siyasi değişime ihtiyacımız var.