
Av. Dr. İrfan Sönmez
İslam, demokrasi diktatörlük
İslam dünyasında; adaletsizliklere, despot yönetimlere karşı arayışlar sürüyor.
Batı dünyası, yaşadığı tecrübelerden ders alarak, gücü kişilere değil yasalara verdi, kurumlar arasında güç paylaşımı yaptı. Yönetimde her türlü keyfiliğe son verdi.
Kuvvetler ayrılığı bu tecrübenin sonucudur.
Müslüman dünyada ise tam tersi oldu. Dünya değişti, sosyal ilişkiler farklılaştı ama siyaset biçimi değişmedi. Güç tekelciliği devam etti. Yirmi birinci yüzyılın toplumu, on küsur asır öncenin toplumunun gelenek ve kültürüne göre yönetilmeye devam ediyor. Demokratikleşmiş tek bir İslam ülkesi yok. İstisnası Türkiye'ydi, o da son çeyrek asırda gittikçe diğer Müslüman ülkelere benzemeye başladı, bütün gücü bir kişinin nefsinde topladı, demokratik görünümlü bir krallık üretti. Kral güçlendirildikçe ülke zayıfladı, halk geçmişi aramaya başladı. Her yetkiyi bir kişiye devrederek onu güçlendirmek, ülkeyi güçlendirmek olarak sunuldu, toplum iğfal edildi.
Muhammed Müçtehit Şebüsteri, İranlı bir düşünür. İran'ın baskıcı ikliminde demokrasi ve insan haklarına dayanan bir yönetim anlayışının savunuculuğunu yapıyor. Ufuk açıcı, farklı ve yeni çözüm önerileri ile dolu eserler verdi. "Resmi Dini Söylemin Eleştirisi" bu eserlerin başında geliyor. İnsan Hakları, Din-devlet ve siyaset ilişkisi , din içi- din dışı çoğulculuk gibi günümüzün sorunlarına ikna edici cevaplar veriyor. Rasyonel akıl ve çağın ruhuna uygun önerilerde bulunuyor. Resmi dini söylemin(İran) karşı karşıya olduğu büyük krizi iki sebebe bağlıyor, bir; İslam'ın bütün zamanlar için geçerli siyasi, iktisadi ve fıkıhtan kaynaklanan hukuki bir sistem olduğunun ileri sürülmesi, iki; devletin İslam hükümlerini uygulamakla yükümlü olduğunun savunulması. (s.15) Şebüsteri, bu iki gerekçe ve yorumun yanlış ve dayanaksız olduğunu söylüyor.
Son yıllarda yaşananlar, geleneksel siyaset anlayışıyla, din -siyaset ilişkisinin çözümlenemeyeceğini, bugünün girift sorunlarına çare olmayacağını gösterdi. Geçmişle bugün arasındaki sosyal-kültürel mesafeyi dikkate almayan her çözüm arayışı yeni sorunlar yaratmaktan başka işe yaramadı. Şebüsteri bu gerçeğe işaret ederken, " fetva ve içtihatların daima kendi dönemlerinde geçerli olan akılcılığa uygun olarak yapıldığını," söyler.(s.172) Bu, bugünün içtihat ve fetvalarının da bugünün -akılcılığına- uygun olması gerektiğini ihsas eder. Bugünün akılcılığına uygun fetvalara, müziğin helalliği, evlenme akdinde eşin haklarına riayet edilmesini sağlayacak şartların konulması, sigorta ve banka sözleşmeleri, yapay döllenme, organ nakli gibi konularda verilen fetvaları örnek gösterir. Müslümanların gayrimüslimlere, erkeklerin kadınlara üstünlüğünden bahseden fetvaları ise çağın ruhu ile örtüşmeyen fetvalara örnek gösterip sorar: Belli tarihi şartlarda, belli işlevleri yerine getiren, bu tür fıkhi hükümleri İslam’ın bütün zamanlar için geçerli hükümleri olduğunu kabul edebilir miyiz? Artık kadınların evlerinden çıktığı, siyasal sosyal, iktisadi ve kültürel hayata katılarak toplumun kaderinin belirlenmesinde rol oynadıkları bir çağda, hala dini açıdan erkeklerin kadınlardan üstün olduğu savunulabilir mi? Cevabı olumsuzdur.
Siyasi konularda ise, eski fetvaların, çağımızda akli bir açıklama ve gerekçesi kalmadığını, bu fetvalara uyulması halinde Müslümanların zarar göreceğini, yapılması gereken ilk işin, gücün tek elde toplanmasının önüne geçilmesi olduğunu, belirtir.(s.175)
Peki bu hangi yöntem ve yönetim biçimi ile sağlanacaktır?
Bu soruyu kitap boyunca Şebüsteri de sorar:" Acaba sanayileşmiş toplumlarda adaleti gerçekleştirecek en ideal yönetim şekli demokrasi midir? İnsanların saygınlığı ve onuru hangi sistem içinde en iyi korunabilir? Elimizde bulunan siyasetle ilgili fetva ve teoriler bu sorulara cevap verebilir mi? Bazı örnekler verdikten sonra bu soruların cevabını yine kendisi verir ve çağımızda bu ve benzeri konular açısından siyaset fıkhının akli mecrasını kaybettiğini" söyler.(s.176)
Şebüsteri, düşüncesini temellendirmek için dikkatini, geçmişin bu ve benzeri konulardaki fetvaların dayandığı naslara çevirir: Önce acaba bu naslar çağımızın sorunlarına cevap vermek istemişler midir? diye sorar, sonra da bu nasların, indiği asırdaki sosyal, siyasi ve kültürel gerçeklerle ilişkili olduğuna dair Kuran'da pek çok delil ve karine olduğunu belirtir. Yani bu naslar, adı geçen gerçekleri daha adil ve ahlaki hale getirmek için inmişlerdir. "Elimizde bulunan delil ve karineler, kısas, diyet ve hadlerle ilgili hükümlerin hedefi, o dönemde Araplar arasında yaygın olan intikam alma olgusunu daha adil ve ahlaki yapmak ve daha zalimce intikam almayı önleme maksadına matuftu," der.(s.177) Kısas ayetini örnek veren Şebüsteri, ayette amacın cezalandırmak değil, sınırlandırmak olduğunu, Hz. Peygamber'in suçların ispatı için çok zor şartlar getirerek hadsiz öldürmelerin önünü almaya çalıştığını belirterek düşüncesini temellendirir. "Çünkü O, bu konularda kendi döneminin adil ve akılcı örfüne göre hareket ediyordu, dolayısıyla bu nasların -tarihsel - olarak okunması gerekir, bu da o nasların belli hükümlere değil, adalet ve rahmete delalet ettiğini gösterir.(s.177)
Yani, bu naslar adalet ve rahmete delalet ettiğine göre bizim de o ayetlerin gayelerine bağlı kalarak bugünün adalet ve rahmet anlayışına göre çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bu, hadler ve muamelatla ilgili ayetlerde, lafızla değil, maksatla amel etmek gerektiği anlamına gelir.Çünkü, "Kuran ve Sünnet'in o dönemde Hicaz'da yerleşik aile, toplum, yönetim, yargı ve benzeri olgulara müdahale etmesi, o insanların önüne bir kanun sistemi koymak için değildi. Zaten bu kanun ve düzenlemeler sözlü bir gelenek halinde vardı. Bu müdahalenin amacı, tevhid yolunun önünde ahlaka, insanlık onuruna ve adalete aykırı düşen şeyleri bertaraf etmekti...Araştırmalar, belli bir toplumda geçmişten kalan bazı yasa ve geleneklerin insanların manevi seyrini engellediğini veya zorlaştırdığını ortaya koyarsa, bunları düzeltmek veya değiştirmekte asla tereddüt edilmemelidir. Bu tarz bir düzeltme ve değişiklik, muamelatın aile kurumu, devlet, yargı, hadler, kısas, diyet vb. bütün alanlarda yapılabilir. Böyle bir uygulama evrensel bir kanunun değiştirilmesi değildir. Zira, bu alanda değişmeyen ilahi kanun, bu manevi tevhidi sürecin hakkaniyetinden kaynaklanan değerlerdir. Her asırdaki kanunların işte bu değerlerle uyumlu olması gerekir. Yapılan, ilahi kanunu değiştirmek değil, aksine ilahi değerlerin korunması yönünde atılmış bir adımdır. Bu bizzat Hz. Peygamberin başlattığı bir iştir."(180-183) Hiç şüphesiz bu düzenleme ve değişikliklerde Kuran ve Sünnetin genel çerçevesi göz önünde bulundurulmalıdır.(s.114)
Yazar, bu sonuca, sosyal ve kültürel değişmelere bağlı olarak emir ve nehiylerin her asırda farklı şekillerde anlaşılabileceği gerçeğinden hareketle varır. Böylece zamanla, Kuran’ın anlaşılması arasında bir ilişki kurar. Bu ilişkinin sonucu olarak da" Adalet ve İslam'ın maksatlarına geri dönmemiz, bunlara sadık kalarak çağımızın akılcılığıyla uyumlu bir adalet anlayışı geliştirmemiz ve bu anlayışın doğrudan karşılığı olan yapı ve kurumlar oluşturmamız" gerektiğini belirtir.(s.188)
Peki, çağın akılcılığı ile uyumlu adalet anlayışı hangi siyasal düzende gerçekleşecektir?
Şebüsteri'nin cevabı açıktır: mevcut pek çok fetva ve teorinin yerine insan haklarını esas alan demokratik bir nizam. Zira, bugünün dünyasında demokrasi, diktatörlüğün karşısında yer alan bir yönetim şeklidir. İnsanlar ancak demokrasi yoluyla kendilerini yönetmeye, sosyal ve siyasi kaderlerini ellerinde tutmaya çalışırlar.(s.116)Günümüzde sadece demokrasi dini değer ve tecrübenin gelişmesine hizmet edebilir.(s.79) Diğer yönetim şekillerinin çoğunda toplumun kaderi bir kişi veya azınlığın elindedir. Oysa demokrasi ne azınlığın ne çoğunluğun yönetimidir. Onu dinle mukayese etmek yanlış ve hatalı bir tutumdur. Çünkü demokrasi dünyevi bir yaşama biçimidir. İnsanların inançları ve bunların uhrevi sonuçları ile ilgili yargıda bulunulmasını mümkün kılacak bir ölçüt veya ilke değildir.(s.118) Çağımızda bütün toplumlar kozmopolittir, içinde farklı unsurlar taşır, bu sebeple devlet tek taraflı ideolojik dayatmalardan uzak olmalı, şiddet ve baskı uygulamamalıdır. Aksi takdirde sonuç, din ve ilahi değerlerin gözden düşmesi ve herkes için yararlı olguların yozlaşması ve zedelenmesi olur.(s.120) Sadece demokrasinin varlığı sayesinde yönetenlerin hata ve yanlışlarının önüne geçilebilir. Çünkü demokrasi, çok katmanlı denetim mekanizmalarıyla hatalı tasarrufların önünü keser onu en aza indirir. Onun için yazar yöneticinin vasfıyla değil, yönetim sisteminin özellikleri ile ilgilenir. Sistem doğru tesis edilirse yönetenin kişiliği önemini kaybeder, keyfiliğin yerini hukuk alır.
Şebüsteri bu değerli çalışmasında, günümüzde cevabı aranan birçok soruya kendi zaviyesinden cevaplar verir. Hoşgörü, cumhuriyet, demokrasi ve dindarlık, şura ve adalet, sivil toplum, insan hakları beyannamesi, siyaset fıkhı, resmi dini söylem(İran yönetiminin),İran anayasası, din ve fıkıh, dinin yorumlanması, din içi -din dışı çoğulculuk ve hegemonya, fıkıh ve kadın hakları, düşünce özgürlüğü gibi birçok konuda ikna edici analizler yapar. Bizde din adına milli/ulus devlet reddedilirken, Şebüsteri İran anayasasını yorumlarken, milli devleti savunur. Devletin din tebliğ edemeyeceğini ancak her dinin yaşanmasının önündeki engelleri kaldırması gerektiğini söyler. Demokrasiyi savunur Müslümanca bir demokrasinin gerçek dışı olduğunu belirtir. Her türlü baskı ve dayatmaya karşı çıkar ve "baskı ve diktatörlüğün, özellikle din kisvesi altında olanı da dahil, her şeklinin mahkûm edilmesi çağrısında bulunur.(s.126)
Saydığım konulara ilgi duyan, nasıl bir yönetim, nasıl bir devlet sorularına cevap arayanlar için, -ufuk açıcı, etkileyici - dikkatle okunması gereken bir Kitap. Her kitaplıkta bulunmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.