
Av. Dr. İrfan Sönmez
Komisyon tuzağı
Meclis Başkanı Kurtulmuş, partileri ziyaret ederek “Terörsüz Türkiye” için kurulacak komisyona üye vermelerini istedi. Komisyonun niçin kurulacağı, hangi konuları görüşeceği, en azından muhalefet partileri bakımından belirsiz. Yani komisyona ‘evet’ diyenler, bir belirsiz gündeme evet demiş olacaklar.
İlk Çözüm Süreci'nde de Apo, Meclis'te komisyon kurulmasını istemiş ancak yasası çıkmasına rağmen süreç akamete uğrayınca komisyon kurulamamıştı. Öcalan’ın o tarihteki komisyon talebi, müzakerelerin içeriğini belirleyecek bir komisyondan ibaret değildi; bir de hakikatleri araştırma komisyonu istiyordu. Bu komisyon, terörle mücadelede yapılan hukuksuzlukları araştıracak, sorumluları ortaya çıkaracaktı. Terör örgütleri herhangi bir hukukla bağlı olmadıklarına göre hedefin terörle mücadelede bulunmuş kadrolar olduğu açıktı.
Şimdi de terör mağdurlarına tazminat adı altında, “Hendek teröründe” savaş suçu işlendiği iddiasıyla devletin suçluluğunu kabul etmesini istiyorlar. Bu kabulün sonrasında, uluslararası hukuku devreye sokup “Kürtlere katliam yaptıklarını itiraf ettiler.” diyerek bunu birlikte yaşamanın imkânsızlığı olarak sunacaklar.
DEM Parti Eş Başkanı Mithat Sancar, birinci Çözüm Süreci'nde katıldığı bir panelde taleplerini şu şekilde sıralıyordu: Birinci madde, olmazsa olmazımız olan ana dilde eğitimdir. İkincisi, Türkiye'de idari sistemin değiştirilmesidir. Ne demek bu? Bu, merkezi yönetim ve üniter yapıdan vazgeçilmesi demektir. Üçüncüsü, yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesi; yani "bize özerklik verin, bölgeden el çekin, burayı PKK ve bileşenleri yönetsin". Dördüncüsü ise mağduriyetlerin tazmini. Sincar, Hendek teröründe toplam 20 silahlı unsurun bulunduğunu, devletin orada katliam yaptığını söylüyor. Aynı panelde Hendek terörü hariç diğer konularda Sincar ile aynı görüşleri paylaşan Galip Ensarioğlu ise Hendek terörü ile ilgili şunları söylüyor: “Sadece Diyarbakır Sur'da yirmi değil, 600 civarında savaşçı vardı. Üç defa girilip geri çıkıldı, fırsat verildi ama bu kişiler çatışmayı tercih ettiler. Cizre’de üç gün anonslar yapıldı, 'Oradan çıkın.' denildi, çıkmadılar. Yüksekova’da daha çatışma olmadan bir grup insan gidip gençlerle konuştu, gençler ikna edildi, ‘Gidin, bize talimat verenleri ikna edin.’ dediler. İki üç gün süre verildi, gidip onlara talimat verenlerle konuşuldu, oradan fırça yiyerek döndüler…” (Der.: Ayşe Betül Çelik, Dünyada ve Türkiye'de Barış Süreçleri, s. 222-228)
Çünkü o gençleri oraya -ölmeye- göndermişlerdi. Onlar ölecek, PKK'nın savaş baronları onlar üzerinden yaygara yapıp Türkiye'yi savaş suçu işlemekle itham edeceklerdi. Nitekim Sincar o panelde bunu yapacak, Türkiye’nin savaş suçu işlediğini söyleyecekti.
O günden bugüne bölücü çevrelerin istek ve taleplerinde fazla bir şey değişmedi; tam aksine, talep çıtasını daha da yükselttiler. Artık, savaş kazanmış gibi, daha özgüvenle konuşuyor, tehdit dili kullanmaktan çekinmiyorlar.
Bu taleplerin çoğunu AKP ve bu partiyi doğuran selefleri de savunuyordu. Erdoğan ve RP'nin '90'lı yıllarda Mehmet Metiner ve Altan Tan’a hazırlattıkları raporlarda, o tarihlerde PKK yandaşlarının telaffuz etmeye çekindikleri şeyler savunuluyor; eyaletleşme, merkezin yetkilerinin yerele devri, ana dilde eğitim -Müslümanlık- maskesi ile raporlaştırılıp savunuluyordu. Bugün iktidar partisi ile kolayca halvete girmelerinin arkasında bu yakınlık yatıyor. İslam; fitneyi, ayrışmayı, Hakk'ı bâtıla alet etmeyi yasaklamıştır. Kimse ülkeyi bölecek taleplere İslam kılıfı giydirerek meşrulaştıramaz.
Bölme amaçlı talepleri meşru gören ne bir fetva gösterilebilir ne de herhangi bir insan hakları sözleşmesi. Günümüzde hazırlanan insan hakları sözleşmelerinin neredeyse tümünde, “Bu haklar, imzacı devletlerin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmak maksadıyla kullanılamaz.” hükmü vardır. Kullanılırsa ne olur? O ülke, o hakları askıya alır.
Kurulacak komisyon, muhtemelen bu saydığım talepleri görüşecektir. O masaya oturan parti, bu taleplere muhalefet de etse ileride ortaya çıkacak sonuçlardan sorumlu olacaktır. Taleplere imza atanları eleştiremeyeceği gibi, gerektiğinde yargılayamayacaktır. Çünkü o zaman ona, “Sen de o masadaydın, biz ne kadar sorumluysak sen de o kadar sorumlusun.” denilecektir. Erdoğan ile Bahçeli’nin hedefi, CHP'yi masaya oturtmaktır. İktidar, Özgür Özel'in ikircikli tavrından cesaret almaktadır. CHP, İmamoğlu ve belediye başkanlarının özgürlüğüne karşı PKK'nın ülkeyi bölecek taleplerine evet derse artık iktidara yönelteceği bir eleştiri, vatandaşa söyleyecek bir sözü kalmaz. Sadece CHP değil, ülke ve millet de kapanmaz bir yara alır. Baştan beri komisyona üye vermeyeceğini söyleyen İYİ Parti, bu ihanet oyununda yalnız kalmamalıdır.
Umarım ve dilerim, Atatürk'ün partisi bölücülüğe çanak tutan partilerin yanında yer almaz, onlarla aynı hizaya gelmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.