İBB Başkanı İmamoğlu, YSK üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla yargılanıyor.

İmamoğlu'na isnat edilen sözleri AKP sözcüleri her gün söylüyor. Hakaret etmedikleri, aşağılamadıkları siyasetçi kalmadı.

Ama yargı küçük balıkları yakalayıp büyüklerine dokunmuyor.

AKP milletvekillerinin en az yarısının Fethullah Gülen'le ilgili övücü sözleri var. Mesela Bekir Bozdağ'ın, mesela Trabzon Milletvekili Bahar Ayvazoğlu'nun.  Sokaktaki vatandaş, en küçük sözü ile kendini sanık sandalyesinde bulurken sırtını AKP'ye dayayanların yargı semtine bile uğramıyor.

Aynı sözlerden dolayı AKP ile bağı bulunmayanlar ceza alırken, bağı bulunanların görmezden gelinmesi yargının bir standardının kalmadığını gösterir. İçtihat müessesesi kararlarda birlik ve standart oluşturmak içindir. Bu durumda suç ve cezada bir eşitlikten veya standarttan söz etmek mümkün mü?

İmamoğlu'na yönelik yargılama da öyle. Erdoğan bir türlü İstanbul yenilgisini hazmedemedi. İstanbul Belediyesi -haramla beslenenlerin veya doyurulanların- hazinesiydi. O hazineyi kaybetmek çıkar ilişkisiyle sadakati satın alınanların kaybedilmesi demekti. Onun için hiçbir hukuki mesnedi olmayan nedenlerle YSK İstanbul seçimlerinin yenilenmesine karar verdi. YSK, CB Seçiminde - yasaya rağmen/ mühürsüz pusulaları geçerli saydı. Şimdi sormak lazım yargı karşısında olması gereken İmamoğlu mu yoksa alenen hukuku çiğneyen YSK üyeleri mi? YSK'ya rağmen millet ittifakı İstanbul seçimlerini ikinci defa kazandı. Kaybeden Erdoğan'dı. Çünkü Erdoğan kendini ortaya koymuş ve kaybetmişti. İstanbul, Erdoğan yenilemez imajını kırdı.

İstanbul ikinci defa kaybedilince bu defa belediyeyi CB Erdoğan'ın deyimi ile -topal ördeğe- çevirmek için her türlü engeli yaptılar. Belediyenin yapmak istediği birçok düzenlemeyi meclis reddetti. Kredi talepleri onaylanmadı. Geçmişte yapılan yolsuzluklarla ilgili dosyalara İçişleri bakanlığı el koydu. Gelir getiren bazı tesisler-Galata kulesi gibi- elinden alındı. Aynı yöntem Ankara'da da uygulandı. Mansur Yavaş'ı başarısız kılmak için çoğunluğunu Cumhur ittifakının üyelerinin oluşturduğu meclis her türlü engeli çıkardı. En son su fiyatlarında olağanüstü indirim yaparak belediyeyi zarara uğratarak yatırım yapmasını engellemek istediler. Ne yazık ki, bu kadro içinde kendine ülkücü/milliyetçi diyen meclis üyeleri de var. Mansur Yavaş gibi milliyetçiliği ile müsellem bir isim başarılı olmasın diye ellerinden geleni yapıyorlar. Oysa bir milliyetçinin başarısı, kendini milliyetçi olarak tanımlayan herkesin başarısıdır. Bahçeli'nin MHP'ye yüklediği misyon, milliyetçilerin iktidarını engellemektir.

Belediyeleri hangi partiler kazanırsa kazansın hizmet alanlar bu ülkenin insanlarıdır. Herhangi bir belediye başkanına çelme takmak aslında milletin hizmet almasını engellemektir. Yerel seçimlerden beri, Millet ittifakının belediye başkanlarını yıldırmak için her yol denendi. İmamoğlu'nun yargılanması da bu yöntemlerden biri. Yargıtay birçok kararında "rezil, geber" gibi sözleri hakaret değil, kaba söz olarak değerlendiriyor. İmamoğlu'nun söylediği iddia edilen söz de kaba söz olarak değerlendirilebilecek bir söz. Dolayısıyla yargının konusu olmaması gerekir. Kaldı ki kendisi böyle olmadığını söylüyor.

Değiştirilen mahkeme hakimine isnat edilen sözler ise yenilir yutulur gibi değil. Doğruysa eğer, İmamoğlu'nu yasaklı hale getirmek için makam rüşveti teklif edilmiş. Yargı devletin sigortası, hakkın, hukukun bekçisidir. Bu misyonunu kaybettiği an, zalimin kırbacı haline döner. Kamuoyu araştırmalarında halkın yüzde 69'u yargıya güvenmiyor. Erdoğan da yargının kurbanı oldu. Gönül isterdi ki tarafsız yargının değerini herkesten çok anlasındı.

Bu davalar, sadece yargıya güveni zedelemiyor, onu kullananları da itibarsızlaştırıyor. Bu dava topluma, seçimle alınamayanın yargı yoluyla alınmaya çalışılması olarak yansımıştır. Bu yolla kazanılan her şey aslında kayıptır. Bu millet İstanbul seçimlerinde, haksızlığa tolerans göstermeyeceğini gösterdi bir defa daha aynı yolu denemek bu milleti hiç tanımamaktır.