CB Erdoğan, aynı dine mensup olduğumuzu,Taliban'la anlaşabileceğimiz anlamına gelen şeyler söyledi.

Öncelikle şunu söyleyeyim, en zor anlaşan insanlar farklı dinlere mensup olanlar değil, aynı dine mensup olup farklı yorum ve meşreplere sahip olanlardır.

Bir başka dinin mensubu ile onun farklılığını kabullenerek anlaşabilirsiniz, ama aynı dine mensup olanlara farklılığı kabul ettirmek zordur. Çünkü herkes kendi din yorumunu İslam, ötekileri küfür olarak görür. Böyle olunca da anlaşmak neredeyse imkansız hale gelir. Çünkü İslam dünyasında -din içi çoğulculuk- düşüncesi yoktur. Her farklılık şüphe ile karşılanır. Böyle olunca da farklar arasında köprü kurmak zorlaşır.

Evvela bu yüzden Taliban'la anlaşmamızın çok zor olduğunu söylüyorum.

Sonra da din anlayışlarımız arasında çok büyük mesafe olduğunu söylüyorum.

Taliban bugünde yaşamıyor, dünde yaşıyor,13-14 asır öncenin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik şartlarının ürünü olan uygulamaları bugüne taşımak istiyor. Dünü bugüne getirmeye çalışıyor.Vücudu bugünde, zihni dünde olan bir hareket. Dünün kültürünü, değişmeyen, farklı yorumlanması mümkün olmayan dinin kendisi sanıyor. Taliban İslam'ı ile Türk milletinin yaşadığı, yaşamaya çalıştığı en azından inandığı İslam arasında 14 asırlık bir mesafe var. Onun için bu zihniyetle anlaşmak, ortak bir noktada buluşmak zordur.

Türk askerinin Afganistan'da kalmasına gelince... ABD Kabil Hava Limanının korunmasını Türkiye'ye bıraktı. CB Erdoğan da kabul etti. Siyasetçilerin yaptığı her yanlış, onların özgür politika yapma imkanını kısıtlar, hareket alanını daraltır. Batı, Türk siyasetini biatçılardan, dalkavuklardan, dünyayı cebine doldurmak için yapmayacağı kötülük olmayan gazetecilerden daha iyi takip ediyor. Halkın nasıl soyulduğunu, tek taraflı propaganda ile nasıl kandırıldığını görüyor. Masaya oturduğunda elinde kartlarla oturuyor. Karşısındakine -hayır- diyecek imkanı bırakmıyor.

Taliban'a karşı Türkiye'nin orada olması, aynı zamanda Taliban karşıtlarına bir adres göstermek anlamına da geliyor. İlticacı,Taliban'ın karşısında kim varsa onun ülkesine sığınır. Suriye'de de öyle olmadı mı? Kendini güvende hissetmek isteyen Suriyeli soluğu Esat karşıtı Türkiye'de aldı. Çünkü Esat karşıtlığı siyasetin, kendini Suriye'ye geri göndermeyeceğini biliyordu. Gelenlerin bir kısmı da daha iyi bir hayat, daha özgür bir dünya için geldi. Türkiye, Arap ülkelerine göre son yıllarda aşındırılmış da olsa kırık dökük demokrasisi ile çok ileri bir ülke. Arap dünyası sultan ve tebası, çoban ve koyunları mantığı ile yönetiliyor. Çağın yönetim biçiminin asırlarca uzağındalar.21.yüzyılı 1.-2. yüzyılın Emevi yönetim tarzı ile karşılıyorlar. Estetiği alınmış, insani yanı budanmış bir din anlayışı hakim. Çağın önde gelen din alimlerinin,(Şankıti, Kevakibi,Cabiri,H.Hanefi vs) İslam'a en uygun yönetim biçimi demokrasidir çığlıkları duyulmuyor bile.

Göçler, sadece insanları getirmiyor, onların kültürlerini, inançlarını, yaşam tarzlarını da getiriyor.Sadece demografik yapıyı değiştirmiyor, kültürünü de etkiliyor, şu veya bu ölçüde dönüştürüyor. Bu, bugünün Müslümanlığına Selefi/Vehabi aşısı vurmak anlamına geliyor.Müslüman Türk kültürü, din anlayışı dejenere ediliyor.

Bu göçleri spontane, amaçsız yer değiştirmeler olarak görmemek lazım. Gelenlerin öyle bir hesabı olmayabilir ama onları bu coğrafyaya yönlendirenlerin belli bir hedefleri olmadığını söylemek saflıktır. Afganistan'dan çekilen ABD, Türkiye için beka meselesi olan Suriye'den çekilmiyor. Kanatları altında bir PKK devleti kuruyor. Göçler yoluyla da Türkiye'yi bir etnik ve mezhep meşcereliği haline getirmek, ulusun yerine kabileleşmeyi ikame etmek istiyor.

Siyasal İslamcıların bir milli/üniter devlet endişeleri yok, peki ya milliyetçilerin? Etnik ve dini parçalanmışlıkların olduğu yerde milli bütünlük bir hayaldir. İşte Suriye, işte Afganistan, işte Irak. Bu ülkeler milletleşebilselerdi bugün farklı bir gündemimiz olurdu. Kabile düzeyinde kaldıkları için hep kendi içlerinde boğazlaştılar. Kabile orta çağın, millet/ulus içinde bulunduğumuz çağın toplum birimleridir. Şimdi AKP eliyle Türkiye de kabileleştiriliyor. Türklük alıştırıla alıştırıla yok ediliyor. AKP'li Mustafa Şen'in, bir Suriyelinin ağzından söylediği, "Türkler Orta Asya'ya gitmeli." sözü bu bilinçaltının dışa vurumudur. Sevr'i dayatanlar da bunu yapmaya çalıştılar. Milletin sillesini yiyerek çekip gittiler. Onlar gitti yeni Sevrciler geldi. Son sözü yine millet söyleyecektir.