Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Mad: 34):

“Herkes önceden izin almadan silahsız, saldırısız toplantı, yürüyüş düzenleme hakkına sahiptir."

Gerçek demokrasilerde şiddet içermediği sürece farklı protesto yöntemleri hoş karşılanır, doğal bir hak olarak görülür.

Bireylerin diğer bireylerle bir araya gelerek, toplanmaları ve topluca seslerini duyurmaları demokrasinin en temel unsurlarından biridir.

Batılı demokrasilerde protestocular yumurta da atar, domates de atar, ayakkabı da atar.

Ama hiç kimse de kalkıp, bunları attılar diye protestocuları teröristlikle suçlamaz, yasaklar getirmez.

En sert haliyle tehditler savurmaz.

Polis tekme tokat, biber gazıyla müdahale edip yaka paça götürmez.

Özellikle şeffaflık ve basın özgürlüğü çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazıdır.

Çok sesli çağdaş bir toplum olabilmenin yolu basın ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasından geçer.

Ülkeyi yönetmeye ve siyasete soyunanlar en önce hoşgörülü olmayı, hiç kimseyi ötekileştirmeden, herkesi kucaklamayı öğrenmelidir.

Halkına ve özellikle gençlerine önem veren liderler, gençlerin siyasi ideolojileri ne olursa olsun, onların yeteneklerini, projelerini öne çıkaran, onlarla oturup konuşan, onları önemseyen, ciddiye alan liderler olmalıdır.

İngiltere'de (ki monarşi ile idare edilir) Lady Diana hayranları Prens Charles ve eşi Camille'nin arabasını büyük bir nefretle binlerce yumurta yağmuruna tutuyorlar.

Prens sadece gülümsüyor, gençlere el sallayarak geçip gidiyor.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Bizde ne olurdu diye sormaya gerek var mı?

Bu sorunun yanıtını size sizin vicdanınıza bırakıyorum.

Kanıksamak, bazı şeyleri görmemek bizi duyarsız, tepkisiz, ruhsuz bir toplum haline getirir.

Geçtiğimiz yıllar zor yıllardı.

Covid 19 salgınından sonra, sokağa çıkma yasağı, sosyal mesafe, karantina, neredeyse evin içinde bile maske, eldiven takmak vb. bir sürü şey.

Bir anda bambaşka bir hayat, yasaklarla dolu bir hayat birdenbire normalimiz oldu.

2020 yılına insanlık pandemi zoru ile paldır, küldür yasaklarla başlamış oldu.

Evet, şimdi yaşadığımız günler de zor günler.

İnsan olan her yerimizin acıdığı günler.

Birlik ve beraberlik içinde aşmaya çalıştığımız, hayata tutunmaya çalıştığımız zor günler.

Hızla normale dönmemiz gereken günler.

Demokrasi, insanlık, adalet, vicdanlar zor sınavlardan geçiyor.

İnsanın sevgi, hoşgörü ya da nefreti seçmesi kendi elindedir.

Bu dünya hepimize yeter, yeter ki hoşgörü içinde bir birbirimize karşı saygı ve sevgi içinde davranalım ve en önemlisi de empati yapalım.

Bize yapılmasını istemediğimiz kötü veya olumsuz bir davranışı başkalarına yapmayalım.

Çağdaş özgür ve barışçıl bir ortamda tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamayı sürdürelim.

O zaman bütün olumsuzlukların üstesinden gelir, yaralarımızı kolayca sararız.

Saracağız da.

Devletimiz bunu yapacak güçtedir.

Bir atasözümüz der ki "iyi insan mutluluk, kötü insan tecrübe, yanlış insan ders, mükemmel insan iz bırakır."

Bu günler güzel iz bırakmamız gereken günler.

Birbirimize sarılmamız gereken günler.

Dileğim; sevgi, hoşgörü, uzlaşmacı ve demokratik haklarını şiddetsiz savunan, sadece demokratik hakkınızı kullandınız diye şiddet görmeyenlerden olmanızdır.

Umuda, kardeşliğe giden yolumuz, birlik ve beraberliğimiz, yardımlaşma, paylaşım duygularımız hiç eksilmesin.