Serpil Güleçyüz

Serpil Güleçyüz

Barışa evet, ya bizim acılarımız

Son günlerdeki gelişmeler, özellikle PKK’nın silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı ve yeniden başlayan çözüm süreci tartışmaları, ülkenin siyasi ve toplumsal gündeminde büyük yer tuttu.

Herkesin istediği barış, bir sabah sessizce gelebilir. Silahlar susar, haberler değişir, gözler umutla birbirine döner.

Ama bazıları için o sessizce gelen barış, yıllardır içlerinde taşıdıkları çığlığın daha da yankılanmasına neden olur.

Çünkü barış, herkes için aynı anlamı taşımaz.

Türkiye, kırk yılı aşkın bir süredir terörle, acıyla, kayıpla sınandı.

Bir asker eşi olarak, şehit cenazelerinin tanığı, acıyı en çok yüreğinde duyan biri olarak biliyorum ki;

evladını, eşini, babasını, kardeşini yitiren binlerce insan, her haber bülteninde bir başka hatırayla yüzleşti.

Oğlunun üniformasını göğsüne bastırarak ağlayan anneler, mezar taşında büyüyen çocuklar, her asker uğurlamasında yutkunan babalar…

Onlar için bu coğrafyanın her karışı ayrı bir hikâye, ayrı bir bekleyiştir.

PKK, silahlı mücadeleye son verdiğini ve kendini feshettiğini ilan etti.

Özünde takdir edilesi bir davranış.

Peki...

Bir annenin kalbine barış nasıl girer?

Eline oğlunun mezar taşını tutuşturmuşken…

Bir babaya huzur nasıl anlatılır?

Dağlarda bıraktığı oğlunun son mektubunu ezberlemişken…

Bir eş, nasıl inanır barışa?

Kapıyı çalan komutanın verdiği mektupla yıkılmışken…

Barış sadece devleti ilgilendiren bir mesele değildir.

Bu ülkenin acı hafızasıyla örülmüş sokaklarında yaşayan herkesin ortak kaderidir.

Silahlar susarsa, yeni çocuklar ölmez belki.

Yeni anneler ağlamaz.

Ama eskiler?

Onların içindeki yangın durur mu?

Belki de bu acıyı yaşayanlar için barış, yalnızca silahların susması değil; aynı zamanda adaletin yerini bulup bulmayacağı, gerçeklerin unutulup unutulmayacağı, yitip gidenlerin anısına saygı gösterilip gösterilmeyeceği ile de doğrudan ilgilidir.

Bu nedenle, devletin bu süreci yürütürken sadece siyasi çözüm değil; toplumsal onarım ve adalet mekanizmalarını da işletmesi, şehit ve gazi yakınlarının duygularını da dikkate alan bir dil ve duruş sergilemesi gerekir.

Barış sürecinin dili, acıyı yaşayanların duygularını görünmez kılmamalı.

Bu süreç sadece bir kesimin talepleri doğrultusunda değil; mağdurların sesini de içerecek şekilde yürütülmeli ve en önemlisi, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurmalıdır.

Aksi hâlde, şu soru asılı kalır: “Yoksa biz yıllarca boşuna mı acı çektik?”

Barış; yalnızca bir “anlaşma” değil, aynı zamanda bir yüzleşme, bir onarma, bir adalet çağrısı olmalıdır.

Silah bırakanların pişmanlığı görünür olmadıkça, devletin mağdura gösterdiği saygı hissedilmedikçe, “Geçmişi unutalım gitsin” denildikçe, gerçek barış kurulamaz.

Her mağdura "Seni unutmadık, acını duyuyoruz, barışı sizin içinde anlamlı kılacağız" denmelidir.

Barış, sadece bir karar değil, bir helalleşme de olmalıdır.

Belki o zaman, silahların değil, acıların konuşulduğu bu coğrafya da, hem acıyı, hem gelecek umudu taşıyan insanlar, barışa gözyaşlarıyla değil, gönül rahatlığıyla "evet" diyebilirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Serpil Güleçyüz Arşivi