Ramazan ayında, en tepeden başlayarak siyasiler “Durmak yok yola/inada devam” mantığı ile salvolarına ara vermediler. “Lüks israf sofraları kurulmasın” denmesine rağmen âlây-ı vâlâ ile/gösterişli, törenli, tantanalı, defli mefli iftar ziyafetleri düzenlemekten de geri durmadılar. Bu iftar ziyafetlerinin dinimizdeki “İftar Verme” anlayışına ve adabına aykırı olmasının yanında millet kesesinden karşılandığı da apaçık ortada. Bu ayrı bir konu ve konuşması gereken Diyanet ya da üzerlerine vazife olsun olmasın pek çok konuda ortaya çıkan cemaat – tarikat erbabı sus pus! Ben ise en azından Ramazan ayında hem nalına hem mıhına vuran yazılarıma ara vermiş, daha çok kitap tanıtım yazıları yazmaya gayret etmiştim. Ancak Tıp Öğrenimi ve Uzman Doktor yetiştirilmesi ile ilgili dikkat çeken bir kontenjan çizelgesi görünce yazmadan duramazdım.

Efendim konu çok hassas. Sağlığımızı emanet ettiğimiz ve edeceğimiz tıp doktorlarımızın yetişmeleri, yetiştirilmeleri ve onlara en güzel, en teknik, en profesyonel imkânların sağlanması çok önemli. Son iki, iki buçuk yıldan beri boğuştuğumuz ve İnşaallah sonuna doğru geldiğimiz salgın döneminde bunun önemi bir daha, bir daha anlaşıldı. Eskilerin deyimi ve bazılarının anlayacağı dilden söyleyecek olursak “Ehemmi mühimminden önemli” bir konu ile karşı karşıyayız. Mühim, “Önemli” demek. Ehem ise “En Önemli” anlamı taşıyor. O halde bir iş yaparken en önemli olanı başa almakta fayda var. Gelin görün ki bizde her şey el yordamı ile ve günü kurtarma, yandaşa candaşa yer açma ve dahi inatlaşma uğruna yapıldığı için bırakın ehemmi, mühim olan bile kaynayıp gidiyor.

İnsan sağlığı ve sağlıklı nesiller yetiştirerek geleceğimizin korunması açısından büyük önem arz eden Tıp Öğrenimi ve Uzman Doktor yetiştirilmesi konusunda düzenli işleyen bir sistemimiz vardı. Kısacası TUS olarak bilinen Tıpta Uzmanlık Sınavı, askerlikteki Kurmaylık sınavları gibi ciddi, tavizsiz yapılıyordu. Altı yıl fakültede okuyup pratiklere giren, hastanelerde servisleri dolaşıp yerinde uygulamaları görenler, “Tıp Doktoru” unvanını alıp tayin olduktan sonra Sağlık Ocaklarında, Hastanelerde pratik yapmalarının ardından bu sınavlarda ecel terleri döküyor, birincide olmadı; ikinciye, üçüncüye hazırlanmak zorunda kalıyorlardı. Kısacası, ince elenip sık dokumalar sonunda ancak “Uzman Doktor” unvanı alınabiliyordu.

Peki, sonra ne oldu ve bundan sonra ne olacak?

20 yıldan beri iktidarda olan AKP, gelişmiş Avrupa ülkelerinin hiçbirinde olmayan bir uygulama ile adeta üniversite açma yarışına girdi. “Her ile bir, bir de yetmez iki, üç üniversite” mantığı ile peş peşe üniversiteler açıldı. Devletle birlikte vakıflar da coşunca olur olmaz yerlerde altyapısı, öğretim üyesi kadrosu olmayan sözde üniversiteler oluşturuldu. Tayin edilen bir Rektörün bilmem kaç fakültenin dekanlığını da üstlenmek zorunda kalması, Ana Bilim Dallarında yeteri kadar Doçent, Profesör gibi öğretim üyelerinin bulunamaması zaten her şeyi açıklıyor. Bu furyadan Tıp Fakülteleri de nasiplerini aldılar. Bizdeki sayıyı belirtmeden İngiltere ve Almanya örneklerini vermekte fayda var. İngiltere’de 35, Almanya’da 40’a yakın Tıp Fakültesi var. Peki, Türkiye’de kaç? Sıkı durun; tam 130! Biz onlara göre daha gelişmiş bir ülke miyiz? Ekonomimiz onları üçe – beşe mi katlıyor, yoksa onların ekonomileri bizi bilmem kaça mı katlıyor? Onlar kalite ve niteliğe önem verirken biz niçin sayı ve nicelikte ısrar ediyoruz?

İşin aslı şudur ki, Öğretim Üyesi fakiri olduğumuz, dolayısıyla da açılan bunca Tıp Fakültesi’ne uzman kadrolar atanması gerektiği için düzenli ve sağlıklı olarak yıllardan beri tavizsiz işleyen bir çarkı durdurup araya kumlar, çakıllar doldurarak işlemez hale getiriyoruz. Sonra da takır tukur, ite kaka işletilmeye çalışılan bu sistemden ehil doktorlar, ehil uzmanlar, ehil öğretim üyeleri bekliyoruz, öyle mi? Yapmayın Allah aşkına?

Gelelim, yukarıda sözünü ettiğim TUS’la ilgili kontenjan çizelgesine…

Çizelgede, Tıp Fakültelerinde branşlara göre Tıpta Uzmanlık Sınavı için 2021 Şubat, 2021 Eylül ve 2022 Mart aylarında açılan kontenjanlar belirtilmiş. Dolayısıyla karşılaştırma imkânı buluyoruz. Bazı branşlarda dört kata kadar artışın olması olacak iş değil. Bu liste için bir hekim arkadaş, “Bu konuda herhalde, ekonomideki para basma yönteminden ilham almış olmalılar” diye yorum yapmış. Bir başka doktor arkadaş da, “Tıp Fakülteleri İşçi Bulma Kurumu’na dönüştürüldü” dedi. Benim aklıma da, 1970’li yılların sonlarında Ecevit hükümeti zamanında 45 günlük kurslarla öğretmen yetiştirme saçmalığı geldi. O uygulama, “45 günde kabak bile yetişmiyor, bunlar öğretmen yetiştirmeye kalkıyor” diye eleştirilmişti. Böyle bir anlayışla “Uzman Doktor” ya da “Asistan Doktor” yetiştirmeye kalkmanın adına ne denir bilemiyorum!

Şimdi uygulamaya konan bu TUS kontenjanlarında kalite ve nitelikten ziyade sayı ve nicelik öne çıktığına göre seyreyleyin gümbürtüyü!

Söz konusu liste hemen bütün branşları içine alıyor da, işte Eylül 2021’den Mart 2022’ye değişen/artan kontenjanlara birkaç örnek:

Yalnız, listede özellikle dikkatimi çeken bir iki kontenjana şaka ile karışık dikkat çekmek isterim. Mesela, 2023’te Uzay’a gidilmesi planlanmışken Eylül 2021’de 6 kontenjanı olan Hava ve Uzay Hekimliği kontenjanının 6’dan 1’e düşürülmesine anlam veremedim! Sanırım listede düşüş gösteren tek dal da bu. Ruh ve Sinir Hastalıkları ile Nöroloji dallarındaki olağanüstü artış da herhalde son yıllardaki bunalım artışları ile ilgili olabilir diye düşünüyorum. Ne dersiniz?

Sayın Cumhurbaşkanı, sonradan gönül almaya çalışsa da doktorlarımızın yurt dışına kaçışları için “Giderlerse gitsinler” demişti ya, gidenlerin yerini doldurmak için bulunan yol bu ise yandık demektir. Bu kadar Asistan Doktor nereye sığacak? Kontenjanları arttırıp herkesi “Uzman” yapacaksak hekimler “TUS’u kazanacağız” diye niye ders çalışıp yorulsunlar? Bol keseden verilen kadroların tabii bir sonucu olarak sıkı TUS sınavlarından geçip gelenlerle yeni gelen “Uzmanlar” aynı hakka sahip olacak ve hatta buna “Yandaşlık Kontenjanı” da eklenince öncekilerin başlarına amir olacaklarsa sağlıklı işleyen düzen değişmeyecek mi? İyi yetişmeyen ama adı/kadrosu “Uzman” olan doktorlar yakın bir gelecekte facialara sebep olurlarsa bunun hesabını kim, nasıl verecek?

Bu konuda KBB Uzmanı Doktor İbrahim Doğan’ın “Akıldan Kaleme” isimli kitabında yer alan yaşanmış bir örnek vereyim: Taşra Üniversitelerinden birine bağlı Tıp Fakültesi’nde KBB uzmanlığı alan bir hekim Ankara’da bir hastaneye tayin olunca bocalamış ve girmesi gereken ameliyatlara girememiş. Çünkü kendisine, ilgili ameliyatlara girmeden, görmeden, pratik yapmadan “Uzmanlık” verilmiş de ondan.

Getirilen bu yeni uygulama ile bu tür örneklerin daha da artacağı açık. Nitekim son yıllarda ve özellikle son aylarda sağlık sistemimizde bir bocalama, bir duraklama ya da geriye gidiş olduğu herkesin dilinde. Randevu sistemi ile ilgili şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyor. Geçenlerde, bir türlü randevu alamayan bir Profesör arkadaş, Sağlık Bakanı’nı istifaya davet eden bir paylaşım yapmıştı. Memleketimdeki Devlet Hastanesinin, tercih edildiği için beş – on sene öncesine kadar çevre illerden bile hasta kabul ederken şimdi şikâyet edilir hale geldiğini duyuyorum.

Kısacası dert giderek büyürken ne getirip götüreceği düşünülmeden “Ben yaptım oldu” anlayışıyla başlatılan yeni uygulamalar işin boyutunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Askerlikte kurmaylık sınavı ne ise tıp alanındaki TUS sınavları da odur. Yapılan hatadan bir an önce dönülmesi herkesin, hepimizin, özellikle de bu son uygulamaları başlatan siyasilerin menfaatine olacaktır. Çünkü uğranılacak felaketlerin faturası mutlaka onlara kesilecek, ayrıca bu işin manevi yükü altında da ezileceklerdir.