Türk milliyetçileri 12 Eylül öncesi büyük bir mücadele verdiler. Önemli sınavlardan geçtiler. Çanakkale neslini hatırlatan fedakarlıklar yaptılar.Ancak kendilerini hiç anlatamadılar. Onları hep başkaları anlattı, toplum onları kendi gözleri ile değil, başkalarının gözleri ile tanıdı.

Kendini anlatamayan hareketler başkalarının anlattıklarına tutsak olurlar. Kendilerine giydirilen imaja engel olamazlar. Ülkücüleri hep muarızları anlattı ve vatandaş da kendi gözlemleri hariç, öyle tanıdı.

Bunda tarih yapmak kadar yazmanın da önemini kavrayamayan yöneticilerin büyük sorumluluğu var. Hareketin önünde olanlar hareketin arkasındakilerin bile gerisindeydi. 12 Eylül'den sonra bir yazı seferberliği başlatılmalıydı ama bu yapılamadı.

Onun için hep niye bir edebiyatımız, romanımız, şiirimiz yok diye söylendik durduk. Sağda solda küçük teşebbüsler olduysa da hiç biri sadra şifa olamadı. Biz bizi anlatamadık, bizi yönetenler de o mücadelenin hiç bir yerinde olmadıklarından -kendilerinin içinde olmadıkları- bir tarihin, edebiyatın, romanın yazılmasını istemediler.

Bugün artık mücadeleler silahlarla değil, kitaplarla veriliyor. Entelektüel mücadeleyi kazanamayanlar hiç bir mücadeleyi kazanamazlar. Sanatta edebiyatta ne kadar varsanız bugünün dünyasında da o kadar varsınız demektir.

Çevremde mücadelenin içinden gelen herkese yazmayı telkin ve tavsiye ettim. Çünkü söz uçar yazı kalır. Geleceğe intikal etmenin, bir başka ifadeyle hareket olarak hayatta kalmanın yolu budur. Bir hareket, sanat ve edebiyatta ne kadar varsa o kadar diridir. Bu alanda olmayan bir hareket ölü bir harekettir. İsterse yüz binlerce mensubu olsun.

Bunları niye yazdım, ( Lütfü Şehsuvaroğlu'nun "Kafes"i ve Erdem Şenocak'ın "Şafağa Selam Duranlar" kitabı hariç) ilk defa içimizden biri 12 Eylül öncesini ve sonrasını anlatan bir denemede bulundu. Bizi, yani ülkücüleri yazdı. O günlerin kavgasını, ruhunu, acılarını, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını, çelişkilerini, yarım kalan sevdalarını yazdı. Çocuğunu pencerede bekleyen anaları, babaları yazdı. Mapushane damlarına düşen çocuğunu duyar duymaz felç geçiren anaları, annelerimizi yazdı. Her silah sesinde acaba .. diyerek ölüp ölüp dirilenleri yazdı. Gençliğe ciddiyet, dürüstlük, edep, maneviyat ve terbiye kazandıran ocak ruhunu yazdı. Ocaklarda sabahlara kadar süren vatan kurtarma sohbetlerini, ülkücü olununca sokaktan adamlığa giden yolu yazdı. Ülkücülerin coşkun imanlarını, verdikleri mücadelede masuma dokunmamak için nasıl hassasiyet gösterdiklerini yazdı. Ben deneme diyorum ama bu bir deneme değil, dört dörtlük bir roman bizim romanımız, bizim hikayemiz.

12 Eylül öncesi yolu Ocak genel merkezinden geçen herkesin yakından tanıdığı, duruşu ile örnek aldığı Erdoğan Cabbar ağabeyin kitabından, Gündüz Bey'in Derviş Militanları isimli kitabından bahsediyorum. Derviş bir gönül taşırken militan gibi davranmak zorunda bırakılanların hikayesi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Kitabı okuyunca ülkücüleri, onların ruh ve gönül dünyalarını, sevdalarını, hangi saik veya saiklerle sokağa çıktıklarını daha iyi anlayacaksınız. Barışta derviş, savaşta alp ve militan olan bu insanları daha yakından tanıyacaksınız. 12 Eylül kuşağının ne düşündüğünü, neleri tartıştığını ve o dönem vatan elden giderken rahat yataklarında kendilerinden başka herkesi İslam dışı ilan eden bugünün muktedirlerinin öncü kuşağını tanıyacaksınız. Allah için hiç bir şey yapmayıp, Allah'a hiç kimseyi yaklaştırmamaya çalışanları tanıyacaksınız. Elhasıl, bir neslin macerasını bu kitapta okuyacaksınız. Kitabın önemi, hareketin ve o günün kavgalarının merkezinde bulunan dolayısıyla bazı kavramlar üzerinde tespitlerinin önemi büyük olan biri tarafından yazılmış olması. Aynı tarihlerde firar olduğum için Erdoğan ağabeyin firarların sorunlarını çözmek için nasıl çırpındığına, dolayısıyla kitaba konu olan bazı hususlara yakinen tanığım. Yaşadıklarını, yaşayamadıklarını ve bizim yaşayıp yaşayamadıklarımızı son derece rahat, sade ve yalın bir üslupla anlatmış,iyi de etmiş.

Dilerim bu bir başlangıç olur ve daha nice roman yazılır. Ve biz kendimize başkalarının gözleriyle bakmaktan kurtuluruz. Bizi anlatan bu romanı herkese tavsiye ediyor, Erdoğan Ağabey'e de bizim yapamadığımızı yaptığı ve bu eksikliğe dolu dolu bir kitapla cevap verdiği için teşekkür ediyorum.