Orada on il, orada çok ilçe, orada binlerce mahalle-köy var. Irak değil yanı başımızda, bağrımızda, şah damarımızda, acı içinde…

Ağlayarak yazıyorum lakin gözyaşımdan utanıyorum.

Depremzedelerle empati adına balkona çıkıyorum, üşüyorum ama geri dönmekten utanıyorum.

Torunlarım var, iki saat emmezse ağlıyor, o bebekler enkazın altında günlerce nasıl hayatta kaldı diye soruyorum ve meleklerden utanıyorum.

Evimdeki kalorifer peteklerinden, banyodaki sıcak sudan, klozetten utanıyorum.

Biraz soğusun diye beklettiğim sıcak yemekten utanıyorum.

Uzandığım kanepeden, oturduğum koltuktan, baş altıma koyduğum yastıktan utanıyorum.

Koca koca akademisyenlerin, sanatçıların, gazetecilerin, STK Başkanlarının televizyonlarda sergilediği önyargılı yağdanlıktan ve/veya karşıtlıktan utanıyorum.

Hayatımda bir an bile görüşümü saklamadım, bir ülkü uğruna hep dik yaşadım ama burası siyasetin yeri mi, siyasetiniz batsın diyememekten utanıyorum.

Dinimiz “işi ehline veriniz” diye emrediyor, bu ayet-i kerimenin içinin boşaltılması ihtimalinden utanıyorum.

Yüzyılın felaketi neden bizi buldu, sorgusunu duymaktan utanıyorum.

Kütüphanemde altını çizerek okuduğum yüzlerce kitabın bana bakarak, o kadar okudun da ne oldu, sualinden utanıyorum.

Yıllarca aynı camide namaz kıldığım bir herifin güç zehirlenmesiyle geçmişte bir ara, “kardeş biz Müslümanların işine ne karışıyorsun” ahkamını hatırlamaktan utanıyorum.

Bu vatan bizim, yitiklerin hepsi bizim, zedelerin hepsi bizim; fikriyatında birlikteliği sağlayamama varsayımından utanıyorum.

Allah biliyor ya Allah’tan utanıyorum…

Ama özellikle bu dar ve zor zamanda, bu afette millet olarak çok ciddi bir dayanışma sergilediğimizin ve sergileyeceğimizin fotoğrafını görmekten de gururlanıyorum...

Türkiye farklı bir coğrafyada, ne olur bir olalım. Bilmeliyiz ki ancak kalplerimiz tek çarptıkça bugünleri aşarız, namusumuzla, haysiyetimizle yeniden ayağa kalkar ve umutla atiye koşarız.

Devletimiz var olsun. El-Hak…