Gözle görülmesi mümkün olmayan bir virüsün bütün dünyaya nasıl bir korku saldığını aylardır seyrediyoruz. Korkunun sebebi elbette ölümlere sebep olması ve ölümü hatıra getirmesidir. Hâlbuki ölüm asla unutulmaması gereken en büyük gerçeği olarak hayatımızın merkezinde yer alıyor.

İnsan unutkan bir varlık. İnsan kelimesinin “Nisyan” yani unutmak kökünden geldiğini söyleyenler haklı galiba. Öyle ya hayatın en büyük gerçeği olan ölümü çoğu kez unutuyoruz. Bunun adına ister gaflet isterse başka bir şey diyelim netice fark etmiyor ve bir ölümü unutuyor, dünyaya dalıyor ve bu âlemde ebedi olarak kalacağımızı zannediyoruz.

Rabbim dünyaya dalan, gaflete düşen insanları kitaplar ve Resuller/Nebiler göndererek hep uyarmış. Bu dünyanın geçici olduğunu, insanın buraya bir imtihan için gönderildiğini sık sık hatırlatmış.

“Her canlı ölümü tadacaktır. Bu dünya hayatı ise, aldatma metaından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran, 185)

Rabbimiz sadece kitapları ile değil, en büyük kitabı mahiyetindeki Kâinatta koyduğu ayetlerle de bize hep insanın bu dünyada ebedi kalmayacağını bildirmektedir.

Bunun adına siz ister kanser, ister trafik kazası, isterse de son aylarda bütün dünyanın gündeminden düşmeyen Korona virüsü deyin fark etmez. Bunların hepsi Allah(cc)’ın şeriat-i fıtriye dediğimiz birer kanunu ve ayetidir.

Allah(cc), Kâinatı başıboş yaratmamış, işleyişini tanzim eden kanunlar koymuştur. Bunun adı da halkımızın “Tabiat kanunları” dediği, “Şeriat-ı fıtriye kanunlarıdır. Tabiat ancak Allah(cc)’ın bir Laboratuvarı olabilir. Kudret ve kuvvet sahibi onun işleyiş planını çizmiş ve uygulamaya koymuş. Bunlar, âlemlerin hareketini tanzim eden ve Allah’ın irade sıfatından gelen kanundan başka bir şey değildir.

Âlemlerde var olan ve irade sahibi olmayan canlı cansız bütün varlıklar görevlerini noksansız yapmaktadırlar. Cansız varlıklar bile kendi hesaplarına değil, ancak onlarda tecelli eden Esma-i İlahiye hesabına iş yaparlar.

İşte verilen bütün örneklerde görüldüğü gibi, kâinatta meydana gelen bütün olaylar, İlahi iradeden gelen fıtri kanunlarla (Şeriat- ı fıtriye) tanzim edilmiştir ve Sünnetullah dediğimiz Allah(cc)’ın ayetlerinin tecellileridir.

Ölüm de bir fıtri kanundur.

Ölüm insan için gerçek âlem olan ahiret sarayına geçiş biletidir. İnsan bu bileti alamadan o sarayın kapısı mahiyetindeki kabre giremez.

Ölüm, anne karnında bedene konulan ruhun, yeniden Rabbimize döndürüldüğü anın adıdır.

Zahirine baktığımızda ürkütücü görülen ölümün gerçek mahiyetini bildiğimizde hiçte ürkütücü olmadığını görüyoruz. Bu gerçeği Allah (cc) kitaplarında Resullere bildirmiş ve onlar da bize aktarmışlardır.

“De ki: 'Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 8)

Hayata Allah(cc)’ın gönderdiği kitaplar gözüyle bakmasını bilmeyen felsefî ve beşeri ideolojiler için ölüm bir yok oluş, bitiş, tükeniş, dağılma, inhiraf, inkırazdır!

İşte korku da, stres de, panik de burada başlamaktadır.

Hâlbuki ölümün mahiyetini bilenler ondan korkmamış, şairin değimi ile “Bir gül bahçesine girercesine” ölümün kollarına, şehadete koşmuşlardır.

Çünkü Allah(cc)’a ve ahirete inanan bir insan için ölüm yoktur. Ölüm geçici bir misafirlikten hakiki vatan olan ahirete geçiş biletidir.

“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. (Mülk, 1-2)

Allah (cc) ölümün çaresini ilk Resul ve Nebi olan Hz. Âdem (as) vasıtasıyla bize göstermiştir. Bu da hayata, ölüme ve ölüm sonrasına iman nazarıyla bakmaktır.

İman insana uzun bir yolculuğa çıkmış yolcu olduğunu hatırlatır. Bu bakışta insan Allah(cc)’ın ilminden ruhlar âlemine, ruhlar âleminden anne karnına, anne karnından çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan ölüm ve kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolcu olarak görülür.

İman insana ölümü, bir bitiş değil başlangıç, yok oluş değil gerçek vatana kavuşma olarak gösterir. İman nuru ile bakan insan ölümü ve kabri karanlık bir kuyu ağzı değil, ahiret âleminin giriş kapısı olarak idrak eder.

Bu dünya bir misafirhanedir. Her gün ölüme giden binlerce insan cenazeleriyle “Ölüm Haktır.” hükmünü teyit ediyorlar. Bütün insanlar bir araya gelse hayatın en büyük gerçeği olan ölümü öldürebilmeleri mümkün değildir. Madem bütün insanlar bir araya gelip güçlerini birleştirseler de ölüme çare bulmaları mümkün değil, o halde ölüme ve sonrasına hazırlıklı olmak gerekir.

İnsan iman nuruyla ölüme baktığında zahiri olarak görünen o ürkütücülük yerini derin bir teslimiyete bırakır ve şairin ifadesiyle, “Ölümü öldüren Rabbe secdeler olsun” der.

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; burçlarda, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!” (Nisâ, 78)

Ölümden asla kaçış yoktur. Şimdiye kadar da kimse kaçamamıştır. Öyleyse kaçışı mümkün olmayan bu hayatın en büyük gerçeğinin mahiyetini bilerek ona hazırlanmalı değil miyiz?

Allah(cc)’a ve ahirete inanan bir insan için ölüm; bir mekân değiştirmeden başka bir şey değildir.

“Biz Allah’ın kullarıyız ve ona döneceğiz..” (Bakara 156)

Sırası ve vakti gelen için ne bir dakika ileri, ne bir dakika geri kalmak mümkün değildir.

İnanan insan için hiçbir şey tesadüf de değildir. Her şey gibi Korona virüsü de, hatta yere düşen bir yaprak dahi sınırsız ilim, nihayetsiz kudret sahibi her şeyi gören Basir ve her şeyi işiten Sem’i olan Allah (cc) tarafından yaratılmıştır. Allah (cc) bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “ol” der, o da aldığı emri hızla yerine getirerek oluverir. Hayat O’nun “Hayy” isminden geldiği gibi ölüm dahi “Mümit” isminin bir eseridir. Hayatı verdiği gibi ölümü veren de O’dur.

Büyük şair Allâme İkbal’in dediği gibi inanan insan için ölüm yoktur. Ölüm dünyadan ahirete doğma vaktidir. Ölüm dediğimiz hadise mekân değiştirmek ise, biz buradaki ölümümüzle dördüncü mekânımızı değiştiriyoruz. Zira Allah’ın (cc) ilminden Kudretin tecellisi ile önce ruhlar âlemine, oradan anne karnına, oradan dünyaya doğduk. Sonunda da dünyadan ahirete doğuyoruz.

Ölüm mekân değiştirme ve gerçek âleme doğum ise, niçin korkalım ki?

Ölüme gerçek âlemin kapısı olarak bakan için büyük şair Necip Fazıl ne güzel demiş:

“Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber.

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber.”

İman ediyoruz ki ecel takdir edilmiştir ve zamanı asla değişmez. Zamanı gelmeden Korona virüsü de, deprem de, kanser de hülasa hiçbir varlık ona ilişemez. Ama zamanı gelince ne bir dakika ileri ne bir dakika geri kalmak da kimsenin elinde değildir.

O zaman inanan insanlara düşen şey, Rabbimizin emanet olarak verdiği bu hayatı, O’nun yolunda harcamak, nihayetlendirirken de O’nun yolunda harcamasını bilmektir. Hastalıklar, virüsler, depremler hepsi birer fani vazifeli yaratıklardır. Allah (cc) dilemedikçe hiç biri vazifelerinin dışında bir şey yapamaz. Ölüm meleği dediğimiz Azrail (as) bile sadece vazifesini yapar.

“De ki: 'Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde, 11)

O zaman Korona virüsten, kanserden, depremden vs. hastalık ve musibetlerden korkmak inanan insana yakışmaz. İnanan insan tedbirini alır ve takdiri Allah(cc)’a bırakır.

Aklı başında olan insan, ne dünya işlerinden kazandığına sevinir ve ne de kaybettiği şeye üzülür. Zira dünya durmuyor yaratıldığından beri hiç durmuyor. Her gün inmesi gereken yolcularını boşaltıp yenilerini alıyor ve yoluna devam. Bütün insanlar da bu dünya bineğinin yolcusudur ve durakları geldiğinde onlar da inecektir. İnsanın baki ömründeki göreceği rahat ve lezzette, ancak bu fâni ömürde çalışmalarına bağlıdır.

Ölüm, inanan insanlar için büyük bir nasihattir. “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok çok zikredin.” , “Sana nasihat edici olarak ölüm yeter.” diyen Resulullah (sav) ölümden ibret almamız gerektiğini bizlere öğüt verir.

Ölüm aynı zamanda insanlık için büyük bir nimettir. Çünkü ölüm, ebedi saadetin başlangıcı olduğu için nimet sayılır. Nimetin başlangıcı da nimettir.

Evet, baştan beri zikrettiğimiz gibi ölüm inanan insan için bir mekân değiştirmedir. Bunun için ölüme mertçe bakmasını bilenler bu dünyada da şerefle yaşamasını bilenler arasından çıkmaktadır.

İman hem nurdur hem kuvvettir. Nuruyla kâinatın hakikatini insana gösterir. İman aynı zamanda kuvvettir. İnsana bu kâinatın esas sahibinin Allah (cc) olduğunu bildirir. Bu sebeple hakiki imanı elde eden insan korona virüsüne de, kansere de, depreme de, ölüme de kâinata da meydan okur.

Korona virüsünden korktuğumuz kadar imanımızı kuvvetlendirsek belki de virüs bizden korkacaktır.

“Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmran, 102)

-----

ÖNEMLİ NOT:

Korona gibi virüslerin birer biyolojik silah olduğu açıktır. Küresel emperyalist güçler dünyayı değişik vasıtalarla kontrol altında tutmak veya daha fazla kazanmak için bu tür silahları ürettiklerini artık gizleyemiyorlar. Allah (cc) korkusu ve ahiret inancı olmayan bu küresel şeytanlar her yıl başka bir virüs veya hastalık piyasaya sürüp sonra da ilacıyla, aşısıyla milyar dolarları kasalarına taşıyorlar. Korona virüsü de tıpkı geçmişteki, Sars, Kuş gribi, Domuz gribi, Zehirli kene vb. gibi bir biyolojik silahtır. Ona karşı inancımızın gerektirdiği temizliği yapar, tedbirimizi alır ve takdiri Allah(cc)’a bırakırsak strese, korkuya, paniğe kapılmayız.