Kıymetli okur; yazı bağlamında not düşeceğim ve o paradigmadan hareketle istikamet alacağım bir yargı vardır. O da şu ki “Ülkücülük MHP’de olur!” Bu temel saptamayı yakın zaman bir televizyon programına konuk edilen Zafer Partisi İstanbul adayı Azmi Karamahmutoğlu da deklare ederek hatırlatmıştı… Esasta diskurun sahibi de MHP’ni banisi Alparslan Türkeş’tir. Türk Milliyetçileri tercihen siyasi parti yönelimlerinde yeknesak olmasa da eğer Ülkücü siyasetten bahsediyor isek MHP’den başka adres tanımına kalkışmak sağlıksız, yapı bozucu ve kaotik bir meseleyi önümüze getirip, dayar.

Ülkücü siyaset, varoluşunun doğasından kaynaklı, doktrine ve aksiyon koyucu karakteristiği ile kendini beyan etmiş ve bu beyan dâhilinde öyle böyle bugüne kadar gelmiştir. Ülkücülüğün siyaset ekseninde gerilemeler, tıkanmalar, krizler, odaktan kopuş; iç kargaşa, bölünme ve hatta şiddet edimli sonuçlar doğuran yığınla olgudan bahsedebiliriz. Bu nevi içeriğe dönük örnekler başlı başına talihsizliktir. Ülkücü siyasetin cezbedici, ikna edişe yönelik, demokratik güç devşirimi ile ülkeyi yönetme noktasına gelmekten ziyade, dönem dönem sakınamadığı krizler yüzünden istediği sıçramayı yapamadığını kabul etmemiz gerekir.

MHP lideri, 2016’dan itibaren 15 Temmuz’u kritik eşik kabul ederek hayati kararlar almış isimdir. Ak Partililer, bu ehemmiyetin ne derece farkındadır bilmiyorum! Daralanmış, bocalama evresine düşmeye mahkûm bir siyasi partiye nefes aldıranlar ise Ülkücü Harekettir. Farklı hoşnutsuzluklar olsa da MHP ile tenakuza düşmeyen Ülkücü taban, yoğunlukta Devlet Bahçeli’nin politikalarını destekleyerek 8 yıllık süreci inşa etmiştir. Ülkücüler, iktidara verilen desteğin yeter olup olmadığını yoğun halde tartışıyorlar. Eğer siyasetin de kendine mahsus kâr edişleri varsa bu noktada MHP’liler pek hoşnut değiller. Özellikle “yerel seçim” gündemi, zikrettiğim tartışmaları daha da yoğunlaştırmaktadır. Kent merkezli yahut taşrada siyaset ile iştigal MHP’li kardeşlerimiz Ak Parti ile iletişimde yaşanan zorlukları ve tabiri caizse bu parti yöneticilerinin üstenci bakışlarını pek sindirmemeye başlamışlar.

Bugün;

MHP’liler temsil yeteneklerini ve iddialarını daha çok görünür kılmak istiyorlar. Eğer iktidara giden yol Türkiye’de yerel idarelerden geçiyorsa Ülkücüler bu istekte haksız sayılmaz. Serdedilen düşüncelerin meali odur ki MHP teşkilatları, Ülkücüler; ülke idaresinde yerelden genele kadar nüfuz edici bir politik planlamanın (varsa) nasıl tatbik edileceğini Balgat’tan duymak isterler. Bu motivasyon doğal ve anlaşılırdır. Sonuçta Ak Partili, Ak Partili’dir; Ülkücü de Ülkücüdür! Öyle olmasa MHP tabelası iner ve olduğu gibi Ülkücüler Ak Parti’ye duhul ederlerdi… Özetle ülkenin yüksek çıkarları hariç, mevcut iktidarı destekleme yoğunluğunun (sanırım) tartışılabilir olduğunu ifade etmeliyiz. Belki de Cumhurbaşkanı ile Lider Bahçeli arasındaki harmoninin serapa tabanda işler olmadığını da iddia etmeliyiz.

Yukarıdaki tespitler elbet nazarda bir kesittir; bu vasatı ne abartmak doğru kaçar ne de hepten gözleri kapatmak... MHP Genel Mrkz.nin meseleye biraz daha odaklanmasında belki vesile olucu bir yazı olarak değerlendirilmesini isterim. Bugün olmasa da yarın (bu gidişle) sürecin bir takım yönlerinin hitam bulacağı ve “MHP’nin 2027 Türkiye’sine daha hazır halde girme mecburiyetini şimdiden görenler arasındayız” iddiasını taşıyanlardanım.

Bu iddianın devamında;

Ülkücülerin mutlak ve mutlak olarak toparlanması, birliktelik sağlaması gerektiğine şüphe yoktur! Aynı fikir havuzunda olduğunu iddia edenlerin farklı değirmenlere su taşımasının izahı hakikatte güçleşiyor kıymetli okur. Hele ki Ahmet Kutalmış Türkeş gibi ortaya çıkıp, hiçbir tevil ve itidal payesi olmayan cümleler sarf etmekle ümitli bakışın yan yana gelmesi de mümkün olmayacaktır. Türkeş’in evlatlarına muhabbet duymak isteriz; onların incitilmemesini ve onların da vakar ile camiaya nazar etmelerini umarız. Eğer Türkeş soyadına hakaret varsa hiç bir Ülkücü de bunu tasvip etmesin; fakat A. Kutalmış Beğ de kendini zücaciye dükkânına giren fil pozisyonuna dereke etmesin.

Ülkücü Hareket ne siyasi aparattır ne de şiddet güdüleme şebekesidir; ardında koca bir fikriyat ve tarih bulunuyor. Lütfen bunları öne alalım. Yetişen onca kıymet ve liyakat ehli Ülkücü zayi olup gitmeden Türk Çağı’nın temellerini oluşturma hayalini diri tutmak görev değil midir? “Gaflet, dalalet ve ihanet” sözceleriyle dolu bir gündem yerine yıpranan dünyaya ve mefkûresi tamamlanmak zorunda olan Türkiye’ye bakmak, o gündemle canhıraş olmak; düşünmek, fikirleri doktrine ederek üretmek bu kadar mı zormuş?!.

Tamam, Ayyüce Türkeş ne yaparsa yapsın… Ülkü Ocakları, Ayyüce Türkeş’in aday olduğu kentin sokaklarında damar bulsun, fena mı? Misal çevre bilincine değinen, daha çok yeşil alan talep eden Ülkü Ocakları’na şapka çıkarılmaz mı?!. “Adana’da Ülkücü gençler bir tiyatro sahneledi” veya “Ülkücü gençler tarafından Atam Korkut masalları dramatize edildi” haberi surat ekşitici midir; anlamam!

Memleketin hata lüksü yok; Ülkücülerin o lüksü hiç yok… Bir dönem başlar ve biter; insanlar gelir geçer; aha biz, elli yaşımıza dayandık. Gençler, hele Ülkücü gençler ve onların Ocağı bizim için çok kıymetli. Bırakalım edebiyat öğrensinler, yazılım ve dil öğrensinler. Günde en aşağı 500 kelime sarf edebilen, Türk diline hâkim, yaşadığı mahallin dağını taşını adımlayan, havasını soluyan; onları koruyan aksiyon gençliği özlemimi terk edemedim bir türlü…

Bilirim, bu düşüncelerimiz kimine lakırdı, safça naif beklentiler hesabında “tırı vırı” cümlelerdir… Öyle düşünsünler; fakat Ülkücülük temsilde yüksek sosyete olmadan iktidar burçlarına bayrağını dikemeyecektir. 55 senedir bu dert ile hemhal bir hareket, neleri ıskaladığını ve hayatın doğasında değişimin, gelişimin meydana getirdiği diyalektiği çözmekle zaferin müjdeleneceğini anlamıyor ise “Karadeniz çırpınmaya devam eder”, o kadar!