Atalarımızdan bize kadar ulaşan bir niteleme var. “Devlet baba”

Geçmiş ecdadımız vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu devlet kurumunu ailenin reisi yerine koymuş ve “baba” olarak kabul etmiş.

Bizim gibi ataerkil toplumlarda aile reislerinin hem yükü hem de görevleri ağırdır.

Aile reisinden beklenen üretmek, yönetmek, yönlendirmek, iç ve dış sorunları çözmek, aile içi demokrasiyi oluşturup yaşatmak gibi görevlerdir.

Aile reisinden bu görevlerini yaparken veya yapmaya çalışırken beklenen en önemli davranış “Adaletli” olmasıdır.

Biraz daha geniş düşünebilirsek en küçük katmanından en büyük katmanına, organize olan aralarında bir bağ olan toplumların her yöneticisinden, yönetilenlerinin beklediği en önemli davranış “adaletli” olmasıdır.

Devletimiz Türkiye cumhuriyetini yönetenleri zaman zaman yaptığımız seçimlerle göreve getiriyoruz.

Seçim sistemlerimizi, seçimlerde tek taraftan harcanan abartılı paraları, seçimlerde kullanılan devlet imkânlarını hep tartışabiliriz.

Zaten ülkenin yönetim biçimini tartışamıyorsak, olduğumuz yerde bile kalmamız mümkün değil, gerilememiz kaçınılmazdır.

Tabii adaletli bir yönetici sınıfını hak etmek için de sağlam, hakkını arayan, haksızlığa karşı net duruş gösterebilen, duyarlı bir toplum yapılanmasına da ihtiyaç olduğu açıktır.

10’uncu yüzyılda yaşayan İsviçre köylüleri ve Kuzey İtalya komünleri ile 13’üncü yüzyılda İngiltere’de Magna Carta sözleşmesini İngiliz kralına kabul ettiren, İngiliz toplumu olmasaydı, bu gün o bölgelerde yaşayan insanlar adaletli bir demokraside yaşayamayacaklardı, dolayısı ile adil olmak zorunda olan yönetici sınıfına sahip olamayacaklardı.

Türk milleti olarak adaletli bir yönetici sınıfını hak ediyor muyuz? Kendimize sormamız gereken soru bu.

Dünya ve ülkemiz son yüzyılın belki de en ağır geçen bir virüs salgını ile karşı karşıya mücadele ediyor.

Ülkemizin tüm yaşayanları virüsle mücadelede kaybediyor, kimi canını, kimi sağlığını, ama herkes ekonomisini bazıları az bazıları ise çok olarak kaybediyor.

Bir yıldan fazla zamandır zaten günlük geçinen ama işini kaybetmiş, dükkânını açamayan, dükkânını açsa da satış yapamayan, dükkânında çalışmaya çalışan ama elektrik su kira borcu ödenemeyecek boyutlara gelen, zorunlu izne çıkarılan yüz binler var.

Bu durum, salgınla mücadele bir mücbir haldir ve bir felaket halidir.

Bu felaketi toplum olarak hep birlikte karşılamamızın bilincinde olmalıyız.

Fakat toplumun kanını emen, fakirin sofrasındaki soğanda gözü olan bazı obur insanlar var ki, onlar bu felaketin hiç bir zararını görmedikleri gibi, hayatları olduğu gibi devam ediyor.

Devletin köprüler, geçişler ve havalimanları için müteahhitlere verdiği geçiş garantileri devam ediyor.

Kirasını, elektrik parasını ödeyemeyen, evine ekmek götüremeyen esnaf stopaj vergisi ödüyor, garibin ödediği parayı adil olması gereken devlet yöneticileri obur müteahhitlere veriyor.

Adalet böyle bir şey mi?

Biz mi yanlış biliyoruz?