“Deve sidiğinden şifa umulması” gibi uçuk – kaçık yorumları ele alacak değilim. Namaz ya da ibadetler için “Necasetten taharet” şartı getirilirken dinen “necis/pis” olan bir maddenin içilerek şifa bulunması olacak iş değildir ve ayrıca tiksindiricidir. Piyasada ot biter gibi bitiveren ve huri edebiyatı yapan, 9 – 10 yaşındaki kız çocukları ile evlenmeyi “Peygamber sünneti” olarak göstererek uygulanmasını isteyen sapık zihniyetlilerden de söz etmeyeceğim. Çünkü onlar hakkında çok söylendi, çok yazıldı ama uslanmadılar. Haklarında bir soruşturma ve kovuşturma açılmadı, Diyanet de üzerine düşeni yeterince yapmadı, yapmıyor.

Sözüm, sözüm ona mürekkep yalayıp “Akademisyen/ Dr., Prof” titri bile taşıyan bazılarına olacak. Bir dostum, hemen her gün “Bir Hadis ve Açıklaması”nı paylaşıyor. Açıklamalar ağırlıklı olarak bir profesöre ait. Ben de o paylaşımlara bazen notlar yazarak açıklamalarda gördüğüm tutarsızlıkları bildiriyorum.

Bu hadislerden biri köpek ve çan meselesiyle ilgiliydi ve Peygamberimizin, “Yanlarında köpek ve çan bulunduran bir topluluğa melekler arkadaşlık etmez. Çan şeytan çalgılarındandır” buyurduğu rivayet ediliyor, açıklamaya geçildiğinde de “İçinde suret bulunan evlere rahmet melekleri girmez” rivayeti ile birleştirilip açıklamasına geçiliyordu.

Yapılan açıklamaya göre sürüler içinde bulunan hayvanların boyunlarına takılan çanlar ya da ziller gürültü çıkardıkları için “İnsanları düşünmekten ve Allah’ı zikretmekten alıkoyarlarmış!” Çanın yasaklanması, “Günümüzde şehirlerde görülen gürültü kirliliğine de bir işaret”miş ve “Gürültüye hayır” kampanyaları düzenleyenler bu Hadis-i Şerif’ten destek almalı imişler! Yani korna seslerinden mi rahatsız oluyoruz, yüksek volümlü müziklerden mi, siyasilerin seçim tantanalarından mı ya da magandaların silah atıp havai fişek fırlatışlarından mı? Hemen bu Hadis-i Şerif’i hatırlatacağız, öyle mi?

Nereden nereye? 15 asır öncesini düşünmeden, o zamanın şartları altında söylenen bir Hadis-i Şerif’e günümüzden gerekçeler bulmak için zorlanmak ne kadar doğrudur?

“Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği vardır!” Bu da önemli bir Hadis-i Şerif olduğuna göre bu durumda nereye koyacağız ve nasıl değerlendireceğiz? İslamiyet, putperestliğin hâkim olduğu bir çağda geldi. Şimdi bırakın İslam beldelerini dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde puta tapan yok. Onun için, “Kör kör parmağım gözüne” dercesine ibadet edilen yere, ibadet edenin karşısına dikkat çekecek bir resim koymadıktan sonra ne sakıncası olsun ki?

Bu arada konu ile ilgili olarak şahit olduğum bazı aykırılıklardan da söz etmeliyim. “Suret bulunan evlere rahmet melekleri girmez” rivayeti uyarınca bazı insanlar evlerine rahmete kavuşmuş anne babalarının ya da tarihi şahsiyetlerin resimlerini asmaktan çekinirlerken bağlı oldukları ve “Şeyh” ya da “Hoca efendi” dedikleri kişilerin çerçeveli resimlerini asıyorlar. İşte asıl sakıncalı olan ve putperestliğe yol açan budur. “Çan” deyince de akla hemen kilise çanı gelmemelidir. Günümüzde, hayvan sürülerinde kullanılan çanlar çobanlarla sürüleri arasındaki en sağlıklı iletişim araçlarıdır. Yani bu konuda da “Amellerin niyetlere göre olduğunu” akıldan çıkarmamak gerekir.

Aynı Hadis yorumcusu devam ediyor: “Nebi Aleyhisselam sarı renkli koku sürülmesini yasakladı!” Abdullah İbni As şöyle dedi: “Peygamber Aleyhisselam, üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü ve ‘Onları sana annen mi giydirdi’ buyurdu. Onları yıkarım deyince de, ‘Hatta onları yak’ diye emretti!”

Yorumcu Profesör bunları şöyle açıklıyor: “Hadislerde geçen za’feran ve safran, sarı renkli koku, makyaj malzemesi veya elbise boyasını ifade eden kelimeler olduğu için biz, ‘Sarı renk koku’ ve ‘Sarıya boyanmış elbise’ diye tercüme etmeyi uygun bulduk!”

Sonra da, “Kadınlar erkeklerine çekici görünmeleri için bu elbiseleri giyebilirler ama erkeklerin giymesi mekruhtur” diye ilave ediyor.

Za’feran ve safranı “Sarı renkli elbise” olarak tercüme etmek ve erkeklerin sarı renkli kumaştan elbise giymelerini adeta yasaklarken kadınları erkeklerine “çekici görünmeleri” için bunları giymeye teşvik etmek doğru mudur? Bu anlayış bir bakıma piyasada “Huri edebiyatı” yapan cahil din bezirgânlarının tavrı değil midir? Hadis-i Şerif’ten anlaşılacağı üzere cezbedici, dikkat çekici kokulu giysilere vurgu yapılıyor. Günümüzde her rengin ve dolayısıyla sarının da pek çok çeşidi, pek çok tonu olduğuna göre yanlış çağrışımlar yapılmasına yol açmak doğru mudur?

Kitaplığımda, Prof. Dr. İbrahim Canan’ın 18 ciltlik Kütüb-ü Sitte külliyatı var. “Sahih kabul edilen” hadislerin toplandığı söylendiği için “Muteber” kabul edilen bir kaynak. Orada ne arasanız bulmak mümkün. Ancak Hadis-i Şeriflerin uzman kişilerce kılı kırk yararak tekrar incelenmesi, elden geçirilmesi gerekiyor. Verdiğimiz örneklere benzer, mânâ ve maksadına bakılmadan ilahi birer emir gibi söylenen, zaman ve mekânla günümüz şartları karşılaştırılmadan yalnızca lafzına göre anlatılıp yorumlanan daha pek çok Hadis-i Şerif var. Sözün özü ben elbette Hadis-i Şeriflere karşı değilim ama maksadını aşan zorlama yorumların sakıncalı olduğu kanaatindeyim. Kaldı ki dini hayatımızda bunları gölgede bırakacak daha pek çok mesele var. İşte, gündemde olduğu için Cuma Namazı ve nafileleri!

Sözünü ettiğim Kütüb-ü Sitte’de Cuma Namazı’nın nafileleri olarak şu ifade geçiyor: “Peygamber Efendimiz Cuma’nın farzından önce ve sonra bazen iki, bazen de dört rekât namaz kılardı!” Yani “Zuhru ahir” ve “Vaktin sünneti” diye bir şey yok. Peki, yok da Türkiyemizde yıllardan beri niye kılınıyordu? Tabii cevap hazır: “Kılmanın ne mahzuru var? Daha çok namaz, daha çok sevap!” İyi de, ibadetler usulünce mi yapılır yoksa öyle gelmiş öyle gider anlayışına göre mi?

Ben, 17 Eylül 2017 tarihinde habererk.com’da yayınlanan yazımda bu konuyu dile getirerek “Hutbeler kısa ve öz olmalı, Zuhru Ahir ve Vaktin Sünneti gibi sonradan icat edilen ve hatta bid’at olarak nitelendirilen nafilelerin kılınması beklenmeden dua ile bitirilmelidir” demiştim. Nihayet 9 Ekim 2020 Cuma günü Ankara’da okunan hutbelerde artık “Son sünnetten sonra dua edileceği” açıklandı. Sözünü ettiğim yazımın yayınlanmasından sonra ve yapılan o açıklamayı paylaşınca İzmir’den, Kayseri’den hatta Almanya’dan ve başka yerlerden tebrik ve teşekkürler alırken daha önceleri kulak dolgunluğu ile haberdar olduğum bir gerçeği de öğrenmiş oldum. Meğer Kayseri ve İzmir taraflarında ve bazı yerlerde yıllardan beri “Zuhru ahir” ve “Vaktin sünneti” olarak ifade edilen nafile namazlar kılınmadan dua edilerek doğrusu yapılıyormuş. Yapılıyormuş da, bu işleri düzenlemesi gereken Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bulunduğu Ankara’daki camilerde ve yurdun pek çok yerinde neden farklı bir mezhep anlayışı gibi davranılıyordu acaba?

Hadis-i Şeriflerle ilgili açıklama ve aktarmalarda olduğu gibi ibadetlerimizin uygulamasında bile birlik sağlayamamış durumdayız. Hem de Hazreti Muhammed’in “Zorlaştırmayınız kolaylaştırınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz” diye kesin bir emri olmasına rağmen!