ABD Başkanı’nın almış olduğu soykırım iddiasını tanıma tutumunu sadece iç politik manevra olarak algılamak herhalde amiyane tabirle saflık olacaktır. Bu kadar şiddetli bir mankurtluk olmasa da bunun sebebini de doğrudan Türkiye’nin dış politikasına bağlamak da bir o kadar saflıktır.

Belli ki ABD’nin, Türkiye’nin kendi güdümünden çıkmasına vereceği tepkiler bununla sınırlı kalmayacaktır. Biden, Erdoğan’ı devirerek Türkiye’yi tekrar kontrolü altına almaya çalışacağını zaten açık ve net bir biçimde defaatle belirtmişti. Peki, Türkiye bu süreçte neler yapabilir?

Türkiye’nin izleyeceği yol haritası ne şekilde olursa olsun evvela ve süratle içerdeki hırsızı pasifsize etmesi elzemdir ki güvenliğinden emin olabilsin. Fethullahçı hainlerin temizlenmesi sonrası hiç şüphesiz ordumuz daha da güçlü konuma gelmiştir. Birçok devlet kadrosu da maalesef bu süreçte liyakatten ziyade sadakate bağlı olarak dizayn edilmek zorunda kalındı. Artık liyakat sorunumuzun çözülmesi gerekir. Bu yeter mi peki? Tabii ki hayır.

ABD Başkanı’nın siyasi tutumundan ziyade, içerideki yerli görünen unsurların tarihsel bir gerçekliği olmayan ve Ermeni Terör örgütlerinin Ermeni ırkçılığını kabartarak Türk-Ermeni ilişkilerini kopartmak suretiyle iki toplumu düşmanlaştırma politikasına hizmet eden soykırım yapıldı yalanına destek vermeleri Türk Milletini daha çok yaralamış olmalıyken nedense böyle bir algı gözükmemekte.

Kurulduğu günden bu yana Ermeni ve ABD destekçisi görünümünden bir türlü uzaklaşamayan bir siyasi partinin yasal çerçeveyle bu millete daha fazla ihanet etmesine göz yumulmamalı. Belki bu sayede bu partiden oy devşirme niyetinde olan ve ABD ile ilişkileri flu olan diğer siyasi partiler de politikalarını daha düzgün bir zemine oturtma fırsatı elde ederler. Kürt vatandaşların duygularını sömürerek elde ettiği konumu ABD ve bilumum Türkiye düşmanı ülkeye peşkeş çeken bu sözüm ona siyasi parti kapatılmalı artık.

ABD’nin ipiyle kuyuya inip de çıkabilen olmamıştır tarihte. Bu İran ve Orta Doğu’daki devletlerde yaşayan Kürtler için de böyle olacaktır. Türkiye’nin bölgedeki parçalanmalara ve Kürt Terör örgütlerine devlet kurulması çabalarına karşı çıkması aslında Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olan Kürtleri de koruma amaçlıdır. İleride nasıl ki ABD İran’ı kullanıp şimdi tecrit etiyse, nasıl ki Arapları kullanıp şimdi perişan bir halde bıraktıysa; Kürtleri de Türklerle, Sünni Araplarla, Şiilerle düşman edip ortada bırakacaktır. İşte o zaman Kürtlerin İsrail ve ABD dışında bir dostu kalmamış olacak ve onlara bağımlı bir uydu devletçikler şeklinde sömürgeleşmeleri hızla devam edecektir. Irak’ta, İran’da, Suriye’de ve Türkiye’de devlet sözü verilen Kürt ırkçıları, tıpkı Arapların parçalanıp hezeyana düşmesi gibi, tıpkı Ermenilerin perişan olmaları gibi hüsranla bitecek bir macerayla Kürtleri kötü bir sona götürmektedirler. Türkiye bu planı bozmak için elinden gelenin fazlasını yapmak mecburiyetinde.

İçerideki milli birlik sağlandıktan sonra çareyi Çin ve Rusya’ya yakınlaşmakta aramamalı Türkiye. Bölgedeki hiçbir devletin uzun vadedeki geleceği Türkiye ile birlikte olmayacaktır. İran Pers milliyetçiliğine devam ettikçe ve içerdeki neredeyse yarı yarıya olan Türk nüfusu görmezden gelmeye devam ettikçe şüphesiz bir gün, Fars milliyetçiliği ile homojenize ettiği Şiiliği daha fazla etkin güç olarak kullanamayacağı bir zemine kayacaktır. Ha keza elinde zenginlik yaratacak petrol ve doğalgazı olmasına rağmen fakirlikten ve perişanlıktan kurtulamayan Orta Doğu ülkeleri de ellerinde sömürülecek bir şeyleri kalmayınca ancak Türkiye’nin yanında yer alacaklardır. Zira ancak o zaman ABD’nin gözünde bekçi köpeği kadar bile değerlerinin olmadığını anlayacaklardır. O fakir Arap devletlerine ekmeğini bölecek yine Türkler olacaktır ki bunun da bize ne kadar menfaat sağlayacağı tartışma konusu. Tıpkı Suriye örneğinde olduğu gibi.

Türkiye’nin Araplarla bir gelecek tasavvur etmesi Türkiye’yi her zaman geriye götürecek düşüncelerin temelini atacaktır.

Peki, Türkiye ne yapmalı?

Bu bölgede öyle bir birlik ve beraberlik oluşturmalı ki hem bölgeye huzuru getirsin hem de menfaatleri açısından kendisini muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarsın. Avrupa ve ABD dışındaki dünya topraklarına baktığınızda en geliş ve en demokratik bunlardan da önemlisi bir karakter sahibi olan devletler maalesef sadece Türk Devletleridir. Adriyatik’den Çin seddine kadar olan bölgeyi yönetebilecek ve huzura kavuşturabilecek tek güç yine bu bölgenin daimi sahipleri olan Türklerdir. Umarız Türk Konseyi bir an evvel ekonomik, kültürel ve askeri bir birliğe dönüşür ve bölgesindeki insanların onurlu ve huzurlu bir yaşam sürmelerinin önü açılır.

Türk hinterlandını Mağrip ülkelerine giden, Balkan ülkelerine giden, Asya ülkelerine giden, Karadeniz havzası ülkelerine giden herkes net bir biçimde hissetmektedir. Bu gönül birlikteliğinin işte, fikirde ve dilde de tezahür etmesiyle yeni bir dünya aktörünün ortaya çıkacağı açıktır. Bu gelişmeyi sezinleyen Ermeni ve Yunan’ın bu denli hırçınlaşmasının temelinde de bu yatmaktadır. Ve dahi Rusya’nın ABD ve belki de Çin’e karşı Türk Konseyine sert muhalefette bulunmamasının temelinde bu yatmakta. İsrail, Avrupa ve ABD ise bu vizyonun İran, Ermenistan, Arap Devletleri, Yunanistan ve Türkiye’nin etrafında oluşturacağı Kürt devletçiklerine korku salmasını sağlamakta ve bunların Türkiye ile olan düşmanlıklarını artırmaya çalışmakta.

Artık Türk Milleti olarak bizim menfaatlerimizin aleyhinde çalışan herkese verdiğimiz sınırsız hoşgörü ve müsamaha kredisine bir son vermeli ve batılılaşamama tehlikesine rağmen bir vizyon ortaya koymalıyız. Bu süreçte demokratik ve paydaşlara inen bir görüntü vermeyen partili Cumhurbaşkanlığı sistemi değişmeli ve başkanlık sistemi daha kapsamlı bir şekilde işlerlik kazanmalı. Dar bölge seçim sistemine geçilmeli ve parlamento güçlendirilmeli. En önemlisi de bir çok hatalı politikasına rağmen süreç sonundaki günlük siyasi tartışmalardan uzak bir Erdoğan’ın bu ülkeye vizyon kazandırma duruşuna destek verilmeli.

[email protected]