23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Ramazan Ay’ının başlangıcı aynı güne rastlaması bir tesadüf sayılmaz. Zira bu buluşma 35 yılda bir aynı güne gelmesi nedeniyle, yine de çok güzel bir olaydır.

Dün 23 Nisan 2020, TBMM’nin kuruluşunun 100.yılını kutladık. Bu yıl 23 Nisan’ı muhteşem bir kutlama ile karşılamayı beklerken Coronavirüs salgını nedeniyle sahalara, meydanlara çıkamadan evlerimizde birazda buruk bir sevinçle kutladık. Dün akşam 83 milyon Türk Milleti olarak ‘İSTİKLAL MARŞI’mızı hep birlikte okuduk. Dünya’da ilk ve tek olan 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramını evlerimizde kutlamış olduk. Her yıl okullarda ve meydanlarda gördüğümüz cıvıl cıvıl ve rengarenk çocuklarımızı bu yıl göremedik. O nedenle hüzünlüyüz. Türk Milleti olarak teknolojinin verdiği imkanlar ölçüsünde telekonferanslarla, televizyonlar ve diğer iletişim araçları ile 23 Nisan’ı kutlamaya çalıştık.

Meydanlara, sahalara, okullara doluşamasak ta 23 Nisan’ı imkanlar ölçüsünde muhteşem bir şölene dönüştürerek kutlamayı başardık. Bazı geri zekalıların elini oğuşturduklarını biliyoruz. Salgını bir fırsat bilerek 23 Nisanı geçmişte olduğu gibi kutlayamayışımızı badem bıyıklarını sıvazlayarak sevinenleri biliyoruz. Ellerinden gelse Türk Milletine ait olan ve Milli olan her şeyi yok etmeyi kendilerine görev telakki edenleri de biliyoruz. Bu yobazlara ve her türlü imkansızlıklara rağmen Milli bayramlarımızı ve günlerimizi kutlayacağız ve kutlamaya devam edeceğiz.

İkinci güzelliğimiz de 23 Nisan gecesi ilk teravih ve ilk sahura kalkışımız idi. Mübarek Ramazan Ay’ının ilk günü. 23 Nisan’ın buruk mutluluğunu evlerimizde yaşarken aynı zamanda Ramazan Ay’ının ilk oruç gününü idrak etmenin mutluluğunu da yaşıyoruz. Tabii bu arada kronik hastalığı olanlar, sürekli ilaç kullananlar, oruç tutamayacak kadar halsiz ve güçsüz olanlar inancımıza göre oruçtan muaftırlar. Oruç tutamayanlar kefaret ödeyebilirler. Yüce dinimiz buna da cevaz veriyor. Bu vesile ile Ramazan-ı Şerif-i Türk ve İslam âlemine hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

***

Sevgili okuyucularım. Bir konu varki onu da yazmadan yazımı bitirmek istemiyorum.

Beni tanıyanlar iyi bilirler ki ben hiçbir zaman CHP’li olmadım. Bugüne kadar CHP’ye oy da vermedim. Ama bir konu var ki herkesin olduğu gibi benim de canımı acıtıyor. 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerinde Türkiye’nin başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok büyükşehir ve illerinde seçimi kazanmasını Ak Partililer hala kabullenebilmiş değiller. Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, belediyelerde uğradığı hezimeti hala içine sindirebilmiş değil. Elinden gelse CHP’li belediyeleri bir kaşık suda boğacak ama ona da gücün tamamı elinde olmasına rağmen yine de gücü yetmiyor. Ne yapıyor? Elindeki kanun gücünü kullanarak CHP’li belediyeleri boğmaya çalışıyor.

Allah aşkına bu nasıl anlayış, Vatandaşa bağışı CHP’li belediyeler götürünce, paralel devlet, devlet içinde devlet oluyor, Ak Parti dağıtınca devlet adamlığı oluyor.

Ekmeği CHP’li belediyeler dağıtınca paralel ekmek yapılanması oluyor ama, Ak Partili belediyeler dağıtınca hizmet oluyor.

CHP’liler vatandaşa yardım götürdükleri zaman şerde yarış oluyor, ama Ak Partili belediyeler yardım yapınca hayırda yarış oluyor.

Bu nasıl mantık? Bu nasıl bir kirli siyaset anlayışı? Belediyelerin asli görevleri vatandaşa gücü olanlara parayla, olmayanlara parasız yardım götürmektir. Bu görev, sosyal devlet anlayışının ve sosyal belediyecilik anlayışının temel unsurlarıdır.

Türkiye bu kısır siyaset anlayışından süratle çıkmalıdır veya çıkarılmalıdır.

NE MUTLU TÜRKÜM VE MÜSLÜMANIM DİYENE, VE DİYEBİLENE