Hayat nedir biliyor musunuz? Veya hiç düşündünüz mu bu soru üzerine? Biz neredeyiz? Ne için varız? Nereden geldik, nereye gediyoruz gibi sorular geçti mi aklınızdan? Yahut şöyle veya böyle; sonuçta biz varız da ya içinde bulunduğumuz hayat adlı bu oyun sahnesi de neyin nesi? Sırrını çözemediğimiz yaşam adlı bu tiyatro alanı da neresi? Mahiyetini anlayamadığımız; -göz ile kaşın, alınan nefes ile verilen soluğun arasına sıkıştırılmış ömür adlı zaman dilimi de neyin habercisi? -gibi sorularla sorguladınız mı yaşamı? Yoksa hakikaten de bir oyun sahnesi olarak mı görmemiz gerekiyor? -hayat değdiğimiz ama ne olduğunu dahi doğru dürüst anlayamadığımız bu geçici misafirlik mekânını. Yahut bir eğlence veya oyalanma yeri olarak mı kabullenmemiz gerekiyor? -bu fani dünya hayatını…

Aman, şimdi kimse işimiz gücümüz mu yok? Bu soruların yerimi şimdi? “Salla başını, al maaşını, her geçen yıl yeniden hesapla yaşını” demesin sakın. Kimse de gırgıra almasın bu soruları. Çünkü bu hayat sevmez yersiz şakaları. Bu hayat sevmez başı boşluğu. Sevmez kendisi ile gırgır yapanları. Hele hele ukalalık taslayanları. Kısacası, hiç mi hiç af etmez kendisine karşı yapılan sorumsuzca şeyleri. Amansızca kullanır en ufak bir hatayı. Acımasızca üzerinde gider en küçük bir ihmalin. Ellerinden gücünü alır, ayaklarından takadını keser insan oğlunun. Bazen aklını, bazen iradesini, bazen isteklerini yok eder göz açıp kapayınca. Çoğu zaman da kendisinden kendisini alır insan oğlunun. Yani kendi benliğinden ayırıyor insan oğlunu. Kendi özünden uzaklaştırıyor Âdem evladını.

O yüzden olsa gerek ki, mahiyetini bilmesek bile, manasını idrak edemesek dahi hepimiz; adeta yelkenleri indirip, teslim olup salıvermişiz kendimizi hayat adlı azgın bir nehrin çılgın dalgalarına. Nereye doğru akıyoruz? Nereye doğru savruluyoruz? Hangi yöne doğru yuvarlanıyoruz? gibi sorular aklımıza bile gelmiyor ne hikmetse. Mekik dokuyoruz adeta geçim telaşı ile para denen dünyalık bir meta arasında. Dolanıp duruyoruz hiç de lüzumlu olmayan ama kedimize lüzumlu yaptığımız birçok geçici arzularımız ile fani ihtiyaçlarımızın arasında. Hem de unutmamamız gereken çok şeyleri unutarak. Uzaklaşmamamız gerek çok şeylerden uzaklaşarak. Aslında ise unuturken sağımıza-solumuza, uzaklaşırken de sürekli dönüp arkamıza bakarak. Sanki kendimize yabancılaşmaktan pişmanlık duyarcasına. Adeta kendimizi özlercesine. Özümüze merhaba demeyi arzularcasına. İhmal ettiğimiz kendimize ve özümüze sarılmak istercesine…

Şimdi tam da o anda; -yani bizi, bizden uzak düşmüş bizimiz ile kavuştura bilecek bir zaman dilimi çıkıp geldi önümüze. Bizi kendimize kavuşturacak mutlu anlar yeniden ulaştı bize. Bizi kendimizle buluşturacak ve bizi özümüze misafir edecek, yani kendi kendimize merhaba dedirtecek mübarek Ramazan ayı bir daha teşrif etti dünyamıza. Şimdiden hayırlı, bereketli ve kutlu olsun. Ancak kendi kendimize merhaba dememiz kaydı ile. Kendimiz ile buluşmamız şartı ile. Özümüz ile hasret gidere bilmemiz koşulu ile. Haydi şimdiden bütün inananlara ve tüm insanlığa huzur ve barış getirmesi dileği ile hayırlı Ramazanlar.