Aslında bu makaleyi bir önceki “Devlet nedir, ne değildir” başlıklı yazımın devamı olarak ta kabul edebiliriz. Bu yüzden konunun bütünlük içerisinde anlaşılması için sevgili okurlarımız önceki “devlet nedir ne değildir” adlı makaleyi Habererk sitesinde bana ait köseden okuyabilir yahut ta Ekber Mecidov adlı YouTube kanalı sayfamdan dinleye bilerler.

Evet, önceki yazıda devletin karakteristik yapısı ve onun olması gereken özellikleri üzerinde durmuş, bu konuda kısa fikirler beyan etmiştik. Bu yazıda ise devletin en temel unsurları olan yasama, yürütme ve yargı mekanizmalarının bağımsız olması gerektiğini vurgulamak, bu bağımsızlıktan doğan ve devam edebilme gücünü de buradan alan devlet olgusunun önemli bir fonksiyonu üzerinde durmak isterdim. Tarihi tecrübe de gösteriyor ki, devlet mekanizmasının bu fonksiyonu zayıfladığı andan itibaren hem devletin kendisi sorunlar ile karşılaşmağa başlıyor hem de sosyal ve toplumsal sorunlar tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Aslında bugün Türkiye’nin esas sorunları da devletin temel fonksiyonlarından olan bu fonksiyonun işlevsiz duruma getirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu fonksiyonun adını ise devlet mekanizmasının “devam ettirme fonksiyonu” veya “devam ettire bilme gücü” olarak isimlendire biliriz.

Şimdi olaylara bu açıdan bakıldığında, ne acı ki bugün Türkiye’mizde yönetim sisteminin çoğulculuktan ziyade tekelci idare usulüne doğru yöneldiğini söylemek mümkündür. Böyle bir yönelim ise hem devlet mekanizmasının temellerini hem de devletin o temeller üzerinde bina edilen önemli fonksiyonlarını zayıflatıyor. Maalesef bu gibi hataların neticeleri ise uzun süreli sorunların oluşmasına sebebiyet veriyor.

Oysaki, baş devletimizin yakın tarihindeki 2 önemli örnek söylediğimiz bu fikrin zıt yönden ispatları olarak görülebilir. Neden zıt yönden diyorum, çünkü bu 2 farklı olayın temellerini atan hükümetler görevlerini bıraksalar da onların o icraatları onlardan sonra da devam etti ve Türkiye’ye büyük başarılar kazandırdı. Çünkü devlet mekanizmasının en önemli fonksiyonlarından olan “devam ettirme fonksiyonu” veya “devam ettire bilme gücü” bu önemli projelerin yarıda kalmasına müsaade etmedi ve onların gerçekleşmesini sağladı. Bu projelerin birincisi, yakın tarihimizin önemli isimlerinden olan merhum Başbakan Necmettin Erbakan tarafından savunma sanayisinin geliştirilmesi maksadı ile temelleri atılmış olan çalışmalar, ikincisi ise yanlışları ve doğruları ile “Kemal Derviş’in ekonomik reformları”dır. Elbette devam eden süreçte iktidara gelen AK Parti’nin ilk yıllarda bu projelerin devamı için gerçekleştirdiği önemli atılımları gölgelemek veya o çalışmaları görmezden gelmek te doğru olmazdı. Lakin, o ilk dönemdeki kazanımların daha sonraki zamanlarda nasıl zayi edildiğinin sebepleri incelenirken bu sebeplerin sadece rüşvet ve yolsuzluklar ile sınırlı kalmadığı, hatta bunlardan daha tehlikeli olan başka isteklerin, yani devletin temel mekanizmalarını yeniden dizayn etme çabalarının olduğu da görülmektedir. Böyle bir çaba ve girişimin tehlikelerini ise yakın tarihin en diktatör ve tekelci rejimlerinden olan Sovyetler birliğinin çöküşünde ve bir anlamda o birliğin devamı olan Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan gibi eski Sovyet Cumhuriyetlerinin bugünkü idare etme biçimlerinde görebiliriz. Ancak burada işin en garip yönlerinden biri de inançlarından dolayı Sovyetleri ve komünizmi düşman olarak gören yarı ümmü, yarı cahil, saf düşünceli ve saf niyetli bazı inançlı kesimlerin Türkiye’nin bu gidişatına destek vermeleridir. Acaba neden? Hangi gerekçeler ile? Bu soruların cevapları ise ilerideki yazıların konusu olsun.