
GENÇ KALEMLER DERGİSİ' NDE...
Selanik’ in sıcak, nemli yazını yararak biraz sonra Ali, kucağında dergilerle çıkageldi. Ziya’ nın da Ömer’ in de sabrı kalmamıştı. Birkaç kez nerede kaldı diye söylendiler hatta.
Selanik yanıyordu adeta. Ali’ nin geç geleceğini tahmin ederek Ziya, Ömer’ e Beyazkule’ ye doğru biraz yürüyüp sahilde Mustafa’ nın kahvesinde kahve içmeyi teklif edecekti ki sokağın başında fesli Ali Bey görünüverdi. Hevesi kursağında kalır gibi oldu ama dergiyi eline alınca keyfi yerine geldi. Ömer de bir bayram sabahı çocuğu gibi sevinmişti. İşte Türk edebiyatının en büyük, en yeni, en sert, en sade, en yalın, en duru Türkçeyle çıkmış ilk dergisi ellerindeydi.
Sayfaları hızlı hızlı çevirip son yaptıkları tashihlerin durumlarına baktılar. Dört büyük Türkçeci, sekiz dikkatli göz; hiçbir hata bulamadılar. Keyifleri bir kat daha arttı.
Ömer, Mehmet Bey’ e sokaktan geçen şu Osmanlı Türk’ ünü çağırmasını istedi. Mehmet Bey ağır adımlarla yürüdü.
-Bey amca, az bakar mısın, dedi.
Fesli Osmanlı Türk’ ü belli eski bir askerdi. Az konuştular, Galiçya’ dan gaziydi. Birkaç sene Akdeniz’ de kürek mahkûmu olmuşsa da yarası iyileşmeyince Mora’ ya atmışlardı. O da ne edip Selanik’ e bir yük gemisine kaçak binerek gelmişti. Ömer, adamın hikâyesini dinlerken aklına Forsa geldi. Aramızda ne çok kahraman Forsa yaşıyor, diye mırıldandı.
Fesinden geniş, esmer alnına damla damla ter sızan Ziya; gayrı ihtiyarı olarak Ömer’ e dönüp baksa da ne dediğini anlamadı. Ama Ömer’ in yüzündeki sevecen ve gururlu bakıştan içinden yine bir kahramanlık hikâyesi ördüğünü düşündü. Ömer hep böyleydi. Onun yakıtı, kahraman Türk milletiydi. Adam bir aralık ‘‘Yahu beni neden çağırdınız, ağalar?’’ dedi. Hepsi bu eski kahraman askerin hikâyesine o kadar daldılar ki ellerindeki dergisi unutmuşlardı. Ömer ‘‘Bey baba, okuman var mı?’’ dedi. Adam evet deyince ‘‘Al şu Türkçe dergiyi, oku bakalım, ne anlayacaksın.’’
-Selanik’ te Türkçe gazete ve kitap bulmak zordur bu dergi ne ki, dedi adam. Ziya:
-Türkçe dergi bakalım anlayacak mısın, diye karşılık verdi. Adam dergiyi eline aldı. İşte ilk Türkçe derginin sağlaması yapılıyordu. Ömer’ in, Ziya’ nın, Ali ve Mehmet Beylerin gözünde adeta sonucu görmeyi isteyen şimşekler çakıyordu. Adam okumaya başladı, bir aralık hayretten midir sevinçten mi bilinmez ‘‘Yahu bu Türkçe bee!’’ dedi.
Ziya’ yla Ömer o an birbirlerine bakışıp gülümsediler. Adamın okuduğu, Ömer’ in ilk sayfadaki makalesiydi. Ömer, yalın Türkçe’ yi anlatıyordu. Yöntem itibarıyla ele aldığı bu yazı, belki de derginin en ağır dilli makalesiydi ancak adam yazıyı bir çırpıda okudu. Şaşırdılar.
-Yahu bunu benim hanım bile anlar, bu nasıl dergi baya baya Türkçe bu be; dedi tekrar.
Ömer birkaç soru sordu. Adam eksik de olsa cevapladı, adamın yazıda satır araları yakalayabildiğine şahit oldular. Adam dergiyi anlamıştı. Bu Türkçe, milliyetçi bir dergiydi. Selanik’ te levantenlerin, yanlış Batılılaşmanın, Fransızca, Rumca dergi, gazete ve kitapların cirit attığı Osmanlıcılık adı altında her milletin kendi ırkının milliyetçiliğini yaptığı yıllardı. Adam çok mutlu oldu. Belli ki millet bilincine sahip bir Türk’ tü. Ömer, dergiyi göğsüne basan adama hediye etti. İşte ilk Türkçe dergi yayınlanış amacına ulaşmış hatta ilk sayısının ilk nüshası bir Türk’ e şimdiden verilmişti. Adamı uğurladılar.
Dergi ofisi, daracık loş ışıklı bir odaydı. Zor zahmet eski bir tüccar Selanikliden kiralamışlardı. Ortada masa, etrafında sandalyeler, birkaç raf ve dergiler için sandıklar vardı. Şimdi sıra dergiyi gönderecekleri yerlere gelmişti. Ziya, masanın gıcırdayan çekmesinden uzunca bir liste çıkardı. Herkes üçer sayfa paylaştı. Derginin Selanik, İstanbul ve diğer yerlerde gideceği kişiler ve bilinen adresleri yazılıydı. Ziya ile Ömer, bazı kuruluşlarla ve İstanbul’ daki adresleri yazmaya koyuldular. Birkaç saatte posta işi bitti.
Bu defa işi Ali’ ye yıkmadan hep birlikte kucaklayıp sokağın başındaki postaneye götürdüler dergileri. Posta memuru yaşlıca bir Rum’ du. Hayliyle okuma yazması vardı. Önüne konan her dergide yüzünün rengi atıyordu. Belli ki Rumların rasist çetelerinden birine mensuptu. Ancak Ömer’ in dik ve heybetli duruşu postanede hâkimiyeti eline çoktan almıştı. Posta memuru tüm dergileri kayda geçirdi parasını hesap etti. Derginin yeni ve dikkatini çektiğini, bir tane de kendisi almak istediğini söyledi. Ömer, sokağın sonundaki küçük dergi ofislerini tarif ederek oradan gelip alabileceğini söyledi. Postaneye sırtlarını dönüp çıkarlarken aslında postaneye bıraktıkları Türk edebiyatının yeni bir çığırıydı. Dördü de çok mutluydu. Sokaktan geçen adam bile dergilerini okuyup anlayabiliyordu. İşte dil devrimi buydu.
Ziya bir anda ‘‘Yahu hani biz kahve içmeye inecektik.’’ dedi. Ali’ nin bir şeyden haberi yoktu.
-Ne kahvesi, dedi. Ali; dikkatli ve uzunca postalama yaparken acaba kahve teklif ettiler de kendisi mi duymamıştı, bir an düşündü, Dergi’ de kimsenin kahve teklifini hatırlayamadı. Ziya, Ali’ ye:
-Sen gecikince Ömer ve Mehmet’ le Beyazkule tarafına inip sahilde Mustafa’ nın kahvesinde kahve içmeyi önerdiğini söyledi. Mehmet ‘‘Hee hadi o zaman!’’ diyecek oldu ama Dergi’ nin önüne varmışlardı bile.
Hepsi birer düzine dergi kucaklayıp çıktılar. Selanik’ te o dönemde Türk sahaf veya gazeteci bayi bulmak zordu. Ancak işi ticarî olarak düşünen dört dükkân bulmuşlardı. Dergileri sırayla buralara satılması için bıraktılar. Hepsi çok mutluydu. Mehmet Bey’ in biraz öce dilinin ucuna gelen kahve teklifi şimdi gayrı ihtiyarı dudaklarından dökülüverdi. Hepsi bir anda Beyazkule’ ye gözlerini diktiler. İşte Selanik’ ın Beyazkule’ si… Her adımda önlerinde ve gözlerinde büyüyordu. Sahil kahvelerinden eski bir asker olan Mustafa’ nın kahvesine gidiyorlardı, oraya yöneldiler.
Mustafa’ nın kahvesi her zamanki gibi doluydu. Kahve zaferlerinin simgesi oldu. Konuştular, gülüştüler, fikirler ürettiler, diğer ve daha sonraki sayıda neler yazılacağını belirlemeye çalıştılar. Bir aralık Ömer:
-Buranın müdavimleri genelde Türk, biz neden buraya dergi getirmedik; dedi. Hepsi birbirine şaşkın şaşkın baktı. Hâlbuki bir haftadır Selanik’ te gitmedikleri dükkân kalmamıştı. Hiçbiri bir Türk dergisini satmak istemiyor, aksine hatta bir Türk dergisinin olabileceğine bile ihtimal vermiyorlardı. Ahh bu gençler, diyenleri bile olmuştu. Kahveler çoktan içilmişti. Mustafa boş fincanları almaya henüz gelmemişti.
-Ben sıramı savdım, Mehmet sen getir, dedi gülümseyerek Ali. Mehmet gönüllü olarak Dergi’ ye seyirtti. Az sonra Mehmet kapıda göründü. Kucağında kalınlığına bakılırsa üç düzine dergi vardı. Ömer, Mustafa’ ya el etti. Mustafa eski bir Türk askeriydi. Okuma bilir hatta ara ara kahve boşaldığında da bir şeyler okumaya özen gösterirdi. Mustafa:
-Buyurun ağalar, diyerek yanlarına sokuldu. Gözü dergiyi ilişti. Ömer, Mustafa’ ya:
-Bak Mustafa Ağa, bunlar Türkçe dergi; biz çıkartıyoruz. Her satırı Türkçe... Bundan sonra dergiyi sen de kahvende satacaksın, dedi. Mustafa delirir gibi oldu sevinçten.
-Ne Türkçe dergi mi, aman ağalar dalga geçmeyin; derken eli çoktan uzanmıştı. Aldı okumaya başladı. Aaa hakikaten Türkçe bir dergiydi, sokak Türkçe’ siyle yazılmıştı. Okurken sesi gitgide yükseldi. Yan masadakiler de dikkat kesilmişti. Mustafa sevinçten uçacak gibi oldu, ocağa bağırdı:
-Oğlum, ağaların acı kahvesini yenile; köpüklü olsun!
Mustafa, kahvenin başköşesindeki rafa dergileri sıraladı meraklı bakışlar arasında. Başına toplananlar oldu.
-Aaa Türkçe dergi mi? Dergi Türkçe miymiş? Nasıl yani, okuyunca anlayacak mıyım? Yok canım… gibi laflar, kahveden kulaktan kulağa yayılan bir efsane gibi dolaşmaya başladı.
Ömer, Ziya, Ali ve Mehmet; köpüklü kahvelerini çoktan yudumlamışlar muhabbete koyulmuşlardı. Gördükleri ilgiden memnundular.
Yazar notu: Bu olaylar silsilesi; tamamen kurgu olup Genç Kalemler Dergisi nezninde yazarlarından Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem ve Mehmet Tevfik Yükselen’ i selamlamaktan başka bir amaç taşımamaktadır.
Yücel ÖNDER
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.