TÜRKÇENİN SIRLARI ÜZERİNE

Uzun yıllardır kütüphanemde beklettiğim kitaplardandır Türkçenin Sırları; vardır böyle kitaplarım, bir çeşit okur fantezimdir bu. Bir döneme damgasını vurmuş, halen daha Türkçe adına bilgi ve yorum ihtiyacı doğduğunda müracaat edilen, 42 yıldır popülerliğini kaybetmemiş, baskı üstüne baskı yapmış bir başyapıt… Siyah zemin üstüne Banarlı Hoca’ nın portresinin işlendiği kapak fotoğrafını bilmeyen, zannediyorum ki, ne Türkçeci vardır ne de edebiyatçı... Üniversiteden bu yana direniyorum okumamak için. Bazen kitabı açıp Tanpınar’ ın tuğla büyüklüğündeki Edebiyat Üzerine Makaleler’ inde olduğu gibi birkaç sayfalık makale, deneme ve yazılar iştahımı ne kadar kabartıyordu anlatamam; satır aralarına bonkörce serpiştirilmiş dizeleri, beyitleri saymıyorum bile. Kitaptaki gizemi merak ederek yoğrulduğum yılların bittiği fark edince hafta sonu tatilini de fırsat bilip başladım okumaya. Satırlar, sayfalar, makaleler bittikçe Banarlı Hoca’ yla ayrışan ve kesişen düşüncelerim de netleşmeye başladı. Kitapta daha ziyâde Türkçe’ nin ses özellikleri, anlatım gücü, diğer dillerle karşılaştırılması vardır zannediyordum ancak hiç öyle olmadığını hatta Banarlı Hoca’ nın ömrüm boyunca asla katılmayacağım kimi düşüncelerinin olduğunu gördükçe üzülmeden edemedim. Kitabın asıl ve gizil yazılış amacı, öztürkçecilere muhalefet yapmak… Banarlı Hoca’ nın öztürkçecilere nefreti adeta satırlara sinmiş, kokusunu duyabiliyorsunuz. Aklıma üniversitede Tevfik Fikret’ e sırf düşüncelerinden dolayı nefretimden ders notlarımı duvara çarpıp final sınavına hiç çalışmadan gittiğim geldi. Üniversitede bir merakla Türkçenin Sırları’ na başlasaydım kitap muhtemelen yarım kalacaktı. Zannetmeyin ki Banarlı Hoca’ nın hazmedemediğim düşüncelerini rahatlıkla okuyabiliyorum, asla değil! Sadece son birkaç yıldır edindiğim bir okuma etiği doğrultusunda yazarı kim olursa olsun kapağını kaldırdığım eseri yazara ve emeğine olan saygımdan dolayı sonuna kadar okuyorum. İşte Banarlı Hoca’ yla muhabbetim tatil günü böyle başladı.

Banarlı Hoca, yaşadığı dönemde kaynağını Stalin’ e dayandırdığı dilde özleşme ya da öztürkçe hareketinin güçlenmesinden, dilimize yeni sözcükler kazandırılmasından çok rahatsız ve sürekli sert dille eleştiriyor. Yeni türetilen sözcüklerle yeri geliyor dalga geçiyor, yeri geliyor büyük şairlerden verdiği örneklerle yeni sözcükleri milletimizin benimsemeyeceğini kanıtlamaya çalışıyor. Evet, ben de kabul ediyorum öztürkçe olarak bize sunulan ’’kuday, azıksal, tilcik, yazak, bağlanç, betlek, abay, zorun, görüt, sav erdem, betke, yoru, sücü, güdek, betik, bükeç, bükek, kalıt, kalız görkem, çelgen yastıma, kişi tini, uzyönüm, angı, boşuğ, tüm görüt, çıkaç, yoru, çıkak…’’ gibi sözcükler gerçekten çok uydurma... Çünkü Türkçe sistemli bir dil: İsim soylu sözcüğün üzerine ancak isim; fiil soylu bir sözcüğün üzerine de sadece fiil çekim ekleri getirilebilir. Kurallar gözetilmeksizin sözcüklerin anlamları, kapsamları düşünülmeden yapılan türetmeler tutmamış; tutmadığı gibi Banarlı Hoca başta olmak üzere birçok usta kalemin eleştiri oklarına maruz kalmış.

Devrik cümle düşmanı Banarlı Hoca Türk milletinin yakın tarihe kadar oluşturduğu birçok sözcüğü Türk zevkinin eşsiz örnekleri şeklinde addederken günümüzde çokça kullandığımız ’’görev, ödev, söylev, öğreti, birey, Sayıştay, Danıştay, Yargıtay, aygıt, yapıt, sözcük, tümce, özne, ilginç, ilişki, koşul, ulusal, yaşantı, aşama, ayrıcalık, ayrıntı, koşul, kural, akım, görkem, doğal, üçgen, dörtgen, altıgen, imge, görüntü, yapı, bölgesel, örgüt, doğa, betimlemek, somut, beğeni, bellek, ilke, soyut, uyak, öğretmen, yasa, bakan, bilinç, egemenlik, duygusal…’’ gibi türetilme aşamasında bir sorun olmayan ve millet tarafından benimsenen sözcüklere de şiddetle karşı çıkıyor. Belki sert muhalefeti sebebiyle kaç sözcüğün önünü kesti, kaç sözcük avuçlarımızdan kaydı gitti! Türkçe’ yi kurtarma adına bazen kendisi de bilmeden batağa itmiş oluyor, eleştirinin dozunu ayarlamakta zorluk çekiyor, Türkçe’ yi kurtarmak için öztürkçecilere var gücüyle saldırıyor.

Banarlı Hoca’ nın sözcük türetmeye karşı çıkarken anlamak istemediği tam olarak şu: Bir dilde yeni sözcükler türetilebilir, türetilen sözcükleri millet benimserse başarılı bir iş yapılmıştır, benimsemezse de başarısız. Banarlı Hoca bunu ısrarla anlamak istemiyor ve Türkçe’ deki sözcüklerin ilkel dönemlerde türemiş olduğunu unutarak türetmeye şiddetle karşı çıkıyor. Bu tavrı kesinlikle yanlış buluyorum. Çağdaş dünya dillerinin birçoğu bizdeki öztürkçe hareketine benzer sadeleşme evrelerinden geçmiştir. Özellikle üniter devletlerde temel amaçlardan biri de dilde sadeleşmedir.

Banarlı Hoca kitabın çeşitli yerlerinde sürekli olarak sözcüklerin mûsıkî barındırması gerektiğinden bahsediyor. Türkçe’ mizdeki her sözcüğün mûsıkî barındırma zorunluluğu mu var? Banarlı Hoca dünyanın en sert ikliminin yaşandığı Orta Asya’ da Türkçe’ nin at sırtında kurulduğunu unutarak Arapça gibi hurma gölgesinde oluşturulmuş bir dil olduğunu zannediyor. Eski Türklerin Türkçe’ ye mûsıkî verme amaçları olsaydı muhtemelen ilk önce tarih yapmayı bırakır tarih yazmaya başlarlardı. Ayrıca buna ek olarak büyük ses uyumunu gereksiz, yanlış buluyor ve öztürkçecilerin elinde bir silah olarak görüyor. Büyük ses uyumunu savunan dilcilere de zavallı demekten geri durmuyor. Banarlı Hoca’ ya göre bir sözcüğün mûsıkî barındırması farklı ünlü seslerden kurulmuş olmasından geçiyor yani mûsıkî barındıran bir sözcük, farklı seslerden oluştuğu için büyük ses uyumuna uymuyor. Hal böyle olunca Banarlı Hoca, büyük ses uyumuna şiddetle karşı çıkıyor. Bir sözcüğün Türklüğünü test eden, tek ses kuralı olan büyük ses uyumunun varlığı işte bu yüzden Banarlı Hoca’ yı rahatsız ediyor, Banarlı Hoca’ ya kesinlikle katılmıyorum. Büyük ses uyumu sayesinde- istisnalar hariç- hangi sözcüğün Türkçe olduğunu, hangi sözcüğün Türkçe olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz. Her dilde Türkçe’ deki gibi sistematik bir ses sıralaması yoktur. ’’Fransız toprağı, bin yılda Fransız dilini yarattı!’’ cümlesi ile Goethe’ nin ’’Bir dilin kudreti kendine yabancı olan şeyleri atmakta değil onları yutup hazmetmekte gösterir.’’ özdeyişini yeri geldikçe tekrarlıyor ama uzun ünlü barındıran Yunan, Latin, İbranî, Arap ve Acem dilleriyle Türkçe’ nin farklı bölgelerde doğduğunu; Türkçe’ yi yaratan toprağın hammaddesinin Orta Asya bozkırları olduğunu unutuyor. Hatta daha kötüsü eskiden beri Türkçe’ mizde kullanıldığı halde mûsıkî içermediği için sevmediği sözcükleri de belirtmekten geri durmuyor: giysi, mutluluk, kişi, anlam… Türkçe’ yi Arapça kurallar çerçevesinde seslendirme amaç/alışkanlık/azminden geri durmayan Banarlı Hoca, dilimizin kurallı ve sistematik ses özelliklerini mûsıkîye kurban ediyor. Gerçekten üzücü…

Banarlı Hoca İngilizlerin kendi dillerinde her dilden sözcük olmasından bahtiyar olmalarının yanı sıra tez olarak ’’Bizim fethettiğimiz topraklar olduğu gibi fethettiğimiz kelimeler de vardır. Türkler fethettikleri ülkelerden vergi alır gibi, baç alır gibi kelimeler de almışlardır.’’ diyor. ’’Ellâh’ ı Allah, manâra’ yı minâre, gul’ u gül, sahîh’ i sâhi, nana’ yı nâne, sahlap’ ı sâlep, hınnâ’ yı kına, çâmeşûy’ u çamaşır, aftendis’ ten efendi, gûşe’ yi köşe, şeftâlû’ yu şeftali, zerdâlû’ yu zerdali, kastanon’ u kestane, neverdibâm’ ı merdiven, orinag’ dan örnek, ana’ yı anne, yalav’ ı alev, alma’ yı elma, yınanç’ ı inanç, selcik’ i Selçuk, maral’ ı Merâl, Aişâ’ yı Ayşe, Salanikos’ u Selânik, adamas’ ı elmas, bâdâm’ ı bâdem, hâce’ yi hoca, Tengri’ yi Tanrı, Anatolia’ yı Anadolu, serv’ i selvi, anguri’ yi Ankara, Aya-Nikola’ yı İnegöl, alae’ yi alay, çüban’ dan çoban, çehârşenbih’ i çarşamba, pencşenbih’ i perşembe, hevâ’ yı hava, külbe’ yi kulübe, Adriyanopolis’ i Edirne, levantino’ yu levent’’ yapan; Türk toprağı ve Türk milletinin dil zevki/inceliğidir. Türk söyleyiş inceliğinde millî bir kimliğe bürünen sözcüklerin Türkçe olmadığını iddia etmek akılsızlık olur.

Banarlı Hoca’ nın tahmin edemediği, Türkçe’ nin yabancı dillerin istilasına uğramasıdır. Diller arasında sözcük alışverişleri yeni dilin kimliğine büründükçe Banarlı Hoca açısından sorun değil ama o sözcükler yeni dile tüm kural ve ses özellikleriyle hiç değişmeden, millî bir kimliğe bürünmeden geçiyorsa o zaman dil adına çok büyük sorunlar baş gösterecektir. Bugün İngilizce başta olmak üzere Türkçe’ miz birçok yabancı dilin istilası altında… Penguen medya, dilimize yeni giren sözcükleri millî söyleyiş içerisinde eritmeden bizlere sunuyor. Bize ve kimliğimize yabancı sözcükler dilimizde erozyon ve kirliliğe neden oluyor. Bugün yabancısını kullanmak zorunda olduğumuz birçok sözcüğün Türkçesi uydurma bile olsa dilde özleşme çalışmaları yapılırken türetilmişti. Ben şahsım adına uydurma sözcükleri yabancı sözcüklere tercih ederim.

Banarlı Hoca’ nın düştüğü hatalardan biri de Nazım Hikmet, Orhan Veli ve Sait Faik gibi yazar/şairleri bir nesil; Yahya Kemal, Mehmet Akif gibi şairleri de ayrı diğer cenâhta yer alan farklı bir nesil olarak göstermesidir. Türk dilini bir kuyumcu edasıyla işleyerek en üst kerteye ulaştırma amacıyla onlarca eser vermiş yazar ve şairlerimizi siyasî düşüncelerine göre sınıflandırmak Banarlı Hoca mertebesindeki bir dil âlimi açısından ne derece doğrudur?

Yavuz Bülent Bakiler’ in dilde sadeleşme anlayışı ile İskender Pala’ nın divan şiiriyle hakkındaki düşünceleri Banarlı Hoca’ yla bire bir aynı… Ayrıca Banarlı Hoca’ nın Yahya Kemal’ le ilgili övgü ve düşüncelerine sonuna kadar katılıyorum. Kitapla yer yer geçen Atatürk’ le ilgili ifadelerde Banarlı Hoca’ nın Atatürk sevgisini rahatlıkla sezebiliyorsunuz; bu da benim gözümde Banarlı Hoca’ yı bin kat daha değerlendiriyor, önemli kılıyor. Ali Şîr Nevâî, Fuzulî, Kaşgarlı Mahmut, Yûnus Emre, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin, Refik Halit,  Halide Edip, Reşat Nuri, Mehmet Akif, Orhan Seyfi Orhon, Enderunlu Vâsıf, Bâkî, Nâbî, Nevâî, Karacaoğlan, Dedem Korkut’ u Türkçe’ nin büyük âşıkları veya Türkçe’ nin büyük ülkücüleri olarak görüyor, tamamen katılıyorum.

Türkçe’ miz, ana dilimiz, konuştukça Türklük bilinç, gurur ve mutluluğu içinde yaşatan aziz dilimiz 220 milyon konuşanıyla en büyük beşinci dil… Bir günde ağzımızdan dökülen sözcükleri dünyanın dört bir yanında 220 milyon Türk bir şekilde seslendiriyor. Taa Oğuz Kağan’ dan Dedem Korkut’ a, Kaşgarlı Mahmut’ tan Yûnus’ a, Nedim’ den Gâlip Dede’ ye, Yahya Kemal Bey’ den Orhan Veli’ ye, Nâzım’ a kadar onlarca ses bayrağıyla Türkçe’ miz her gün bizi köklerimizle yeniden gönendiriyor. Selam olsun Türkçe’ ye, selam olsun Oğuz atalara…


Yücel ÖNDER

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi