İnsan nedir, nereden gelmiş, niçin gelmiş ve nereye gitmektedir?”

İnsanlık, bu büyük soruların cevabını ilk insandan beri aranmaktadır.

Peki, bulabilmiş midir?

Bu hususta insanları iki sınıfa ayırmak mümkündür.

Birincisi, gönderilen elçilere ve elçilerin getirdikleri kitaplara inananlar; ikincisi ise inanmayanlardır. İnanan insanlar bu soruların cevaplarını kendilerine gönderilen kitaplar ve elçiler vasıtasıyla öğrenmiş, hayatın gayesini kavramış ve ona göre yaşarken; inanmayanlar ise bu büyük soruları cevaplayamamanın şaşkınlığı içinde hayatlarını heder etmişlerdir.

Unutmayalım ki, bu âlemi ve içindekileri yaratan Allah (cc) onları asla başıboş bırakmamış ve niçin yarattığını kitap ve Resul göndererek anlatmıştır. Allah (cc) insana yüklediği vazifeyi Kerim Kitabı Kur’an’ın da şöyle anlatır:

“Ben insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)

Bu dünyaya geliş maksadı sadece Allah’a ibadet yapmak olan insan, kendisine gönderilen kitap ve elçilere uyduğu müddetçe bu vazifesini hakkıyla yerine getirmiş; uymadığı zamanlarda ise yaşatılış gayesine zıt bir hayat geçirerek kendisine yazık etmiştir.

Rabbimiz, insanın yapması gereken ibadetleri ayrıntılarıyla anlattığı kitaplar ve bu kitapların izahını yapan elçiler göndererek yol göstermiştir.

Âlemleri yaratan ve başıboş bırakmayan Allah (cc) insanlar içerisinden seçerek gönderdiği elçilerin gönderiliş maksatlarını ise bir ayette şöyle açıklamıştır:

“Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak elçiler gönderdik ki insanların, elçilerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah Azizdir, Hâkim’dir.”(Nisa, 165)

Allah(cc)’ın dünya dağdağası içinde günah ve isyana düşerek kararıp ölen kalplere hayat vermek için rahmetinin tecellisi olarak elçiler göndermiş ve insanların onlara uymaları gerektiğini şöyle beyan etmiştir:

“Ey iman edenler! Allah ve elçisi, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun katında toplanacağınızı bilin.” (Enfal, 24)

Bir insan nasıl ki maddî hastalıkları için hemen doktora gidiyorsa, manevî hastalıklarının çaresi içinde manevî doktorlar ve ilâçlar arayıp bulmak zorundadır. İşte bu gerçek doktorlar vahye elçilik yapan Resul ve Nebilerdir. Bizi her türlü hastalıktan koruyacak reçeteler bizzat Rahman ve Rahîm olan Allah’ımız tarafından onların eline verilmiş ve bize ulaştırılmıştır. Resul ve Nebiler de vazifelerini hakkıyla yaparak insanları Allah(cc)’a çağırmış, güzel ahlâkın zirvesini göstermiş ve Hakkın hakikî temsilcileri olmuşlardır.

 Ali (ra) Nehc-ül Belağa isimli eserinin 107. hutbesinde bütün elçilerin maddî ve manevi hayatımızı yönlendiren birer doktor olduklarını şu güzel sözleriyle dile getirmiştir:

“Resul ve Nebiler, tıbbıyla gezen bir doktordur. Merhemlerini tam itinayla hazırlamış, araç gereçlerini tertemiz etmiştir. Körleşmiş kalplerden, sağırlaşmış kulaklardan ve lâl olmuş dillerden nerede bir ihtiyaç görürse, ilâcını orada kullanır. Elçi, ilâçlarıyla birlikte, hikmet nuruyla aydınlanmış, ilim çakmağıyla ateşlenmiş bir doktor olarak, gaflet ve şaşkınlık yerlerini aramaktadır…”

Bu anlamda elçiler, ahlâk ve iç güzellikleriyle insanlık için uyulması gereken en güzel örneklerdir. Allah (cc) bu hususta bizlere şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Andolsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir.” (Ahzab, 21)

Çağımızda insanlık bir bunalım çağı yaşıyor ise bu durum, Allah(cc)’ın insanlara maddî ve manevî doktorlar olarak gönderdiği Resul ve Nebilerin getirdiklerinden uzak bir hayat yaşanması sebebiyledir.

Resul ve Nebiler tamamıyla Allah(cc)’ı anlatmak için gönderilmiş seçkin kullardır. Bunun için bütün elçilerin “Tevhit, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadeti” anlatmak gibi asıl görevleri vardır. Bunun için elçilerin gönderiliş maksatlarını şöyle özetleyebiliriz:

“Allah(cc)’ı insanlara tanıtmak,

Yeniden dirilişin ve mahiyetini bildirmek,

Allah(cc)’tan öğrendikleri imani hükümleri ve ibadet şekillerini insanlara öğretmek,

İnsanlara ahlâkî fazilet ve güzel huyları aşılamak,

İnsanlar ve toplumlar arasındaki münasebetleri en âdil ölçüler içinde düzene koymak ve adaletin önemini anlatmak,

Maddî-manevî her alanda insanlara hidayet rehberi olmaktır.”

İnsanlığın yegâne hidayet rehberi Kur’an, Resul ve Nebiler hakkında geniş bilgiler takdim eder. Onların kıssalarını, mucizelerini, yaşayışlarının en önemli anlarını izah ederek, hayatlarında alınacak örnekler olduğunu bildirir.

Resul ve Nebilerin gerçek sayısını Allah (cc) bilir. İslâmî kaynaklarda verilen rakamlar zanni bilgilerdir.  Hidayet rehberimiz Kur’an’da Resul ve Nebi olduğu bildirilen 25 kişinin vardır. Adı geçen üç kişinin ise birer Resul ve Nebi mi, yoksa hikmet sahibi zatlar mı olduğu hususunda ise ihtilâf vardır.

“Andolsun ki biz, her millet için; Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının diye bir elçi gönderdik.” (Nahl, 36)

Kur’an’ın ifadesiyle Resul ve Nebilerin hayatlarında insanlar için alınacak büyük dersler vardır. Çünkü onlar Allah’tan aldıkları vahyi pratik hayatta nasıl uygulanacağını yaşayarak göstermişlerdir. Bunun için elçilerin hayatlarının bilinmesi inanan insanlar için önemlidir.

“Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar Bize kulluk eden kimselerdi.” (Enbiya, 73)

Resul kelimesinin çoğulu “Rusûl”; Nebi’nin çoğulu ise “Enbiya’dır. Ayet ve hadislerde Resul karşılığında “Mürsel” ve çoğulu “Mürselûn” de kullanılır.

Bütün elçiler yüklendikleri yüce görevi eksiksiz olarak yapabilecek ve kendilerine vahyolunan İlahî hükümleri insanlara tebliğ edebilecek kudret ve kabiliyette yaratılmış seçilmiş ve sadık kullardır.

İnsanlar kendi akıllarıyla Allah(cc)’ın varlık ve birliğini anlayabilseler bile, O’na mahsus sıfatları tamamen kavrayamazlar. Elçiler gelmeseydi, insanlar Allah’ın varlık ve birliğini bilmenin dışında, hiçbir dinî hükümle mükellef tutulamazlar, hatta Allah(cc)’ın varlığını, birliğini anlamaktan bile mesul olmazlardı. Nitekim Allah (cc) bir ayette bu gerçeği şöyle açıklamıştır:

“Resul göndermediğimiz müddetçe, hiçbir kavme azap edici değiliz.” (İsra, 15)

Resullerin ve Nebilerin gönderiliş gayelerini ve niçin gönderildiklerini şöyle özetlemek mümkündür:

“İnsan, seçilmiş bir mahlûk olarak acayip ve güzel bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşitli arzular meydana gelmiştir. İnsandaki kuvveler ve duygular Yaratıcı tarafından belli bir sınırda yaratılmadığından diğer insanlarla muamelelerde zulüm ve tecavüzler meydana gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, insanlar çalışmalarının meyvelerini birbirleriyle değiştirmekte adalete muhtaçtırlar. Lâkin her insanın aklı, adaleti tam kavrayamadığından, küllî bir akla ihtiyaç vardır. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Böyle bir kanunda, ancak şeriattır. Sonra, o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir makam, bir sahip lâzımdır. O makam ve o sahip de ancak Risâlet’tir. Elçi olan zatın da, zahiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir yüksekliğe ihtiyacı olduğu gibi, Allah (cc) ile olan alâkasını göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mucizelerdir.”

Allah (cc) Nisa Suresi’nde elçilerin gönderiliş maksatlarını şöyle bildirir:

“Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderildi. Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah’a karşı savunacak delilleri olmasın. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir.”

Allah (cc) Resul göndermediği hiçbir kavmi sorumlu tutmamıştır. Allah(cc) her kavme onun dilini bilen ve içlerinden seçilen bir Resul göndermiş ve onları Allah’ın varlığı ve birliğine ve ahiret hayatına inanmaya davet etmiştir. Allah (cc) Fatır Suresi 24. Ayetinde, “İçinde azabı haber veren bir korkutucunun geçmediği hiçbir ümmet yoktur.” buyururken, Yunus Suresi 47. ayetinde ise her ümmetin elçisi olduğunu şöyle beyan eder: “Her ümmetin bir elçisi vardır.”

Elçilere imanın bütün Resul ve Nebileri kapsaması gerekir. Bir tanesine bile inanmamak kişiyi dinin dışına çıkarır. Buna göre, iman yönüyle hiçbir elçiyi diğerinden ayırt etmemek gerekir. Ancak elçiler arasında Resul veya Nebi olma, daha faziletli bulunma gibi sebeplerle farklılık olabilir

Allah(cc)’ın elçileri arasında yerine getirdikleri misyon dolayısıyla dereceler vardır. Allah (cc), Kerim Kitabı Kur’an’da elçilerin dereceleri ile ilgili şöyle buyurur:

“İşte bu elçilerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah’ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır…” (Bakara, 253)

Allah(cc)’ı anlatmak yönüyle bütün elçiler eşittir. Ancak, mücadele ve üstlendikleri görev itibarîyle aralarında derece farklılıkları, birbirinden üstünlükleri olduğunu bizzat Rabbimiz buyurmaktadır.

Bütün elçilerin asıl hedefleri insanları Tevhit inancına, yani Allah(cc)’tan başka bir ilâh olmadığına davet etmektir. Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc) elçilerin hedeflerinde esas olan çağrıyı şöyle beyan etmiştir:

“Resulüm! De ki: Ey Kitap Ehli! Aramızda müşterek olan bir söze gelelim: Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk etmeyelim. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi rabler (mabutlar) edinmeyelim. Eğer onlar bu kelimeden yüz çevirirlerse; şahit olun, gerçek Müslümanlar biziz deyin.” (Al-i Imran, 64)

Resul ve Nebiler, insanları cehalet ve her türlü zulümden kurtararak, ahlâkî değerler çerçevesinde uygarlık ve ilim ışığına kavuşturan ilâhî önderlerdir. Resulullah’ın  (sav) Allah (cc) tarafından Risalet’e seçildiğinde ilk aldığı emrin “Oku!” olması sözümüzün şahididir. Resul ve Nebiler eğitim ve öğretime önem vermekle beraber, başta kendileri amelleriyle örnek olarak, halkı ahlâkî değerlere davet etmişlerdir. Resulullah (sav) bu gerçeği, “Ben ahlâkî değerleri, güzel ahlâkı tamamlamak için, elçiliğe seçildim.” hadisiyle bildirmiştir.

Elçilerin hedeflerinden biri de, insanları batıl inançlar, hurafe ve yanlış gelenek ve göreneklerin zulmet ve karanlığından kurtararak, Allah(cc)’ın gösterdiği nurlu yol ve aydınlığa yönlendirmektir. Allah (cc), bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“… Onlara iyiliği emreder, kötülüklerden sakındırır. Hoş, güzel şeylerin onlara helâl olduğunu, pis şeylerin de haram olduğunu beyan eder, omuzlarında olan ağır yükleri ve zincirleri omuzlarından indirir. İşte ona iman edip onu düşmandan koruyanlar, ona yardım edip onunla gelen nura tabi olanlar asıl kurtuluşa erenlerdir.” (A’râf, 157)

Resul ve Nebilerin en büyük vazife ve hedeflerinden biri de, insanları köleleştirerek, kendi hizmetine alan müstekbirlerle savaşıp, onların zulmü altında inleyen insanları kurtarmak ve onları lâyık oldukları insanî makama ulaştırmaktır. İşte bu yüzdendir ki, tarih boyunca Allah’ın elçilerine karşı amansız savaş açanların hep müstekbirler olduğunu görmekteyiz.

“Biz hangi memlekete uyarıcı bir Elçi gönderdiysek, muhakkak o memleketin ileri gelen refah düşkünleri: “Biz sizinle gönderilen mesajları inkâr edenleriz.” dediler.” (Sebe, 34)

Resul ve Nebilik kazançla elde edilen bir meslek değil, Allah (cc) tarafından seçilen insanlara verilen bir vazifedir. Gönderilen bütün elçileri diğer insanlardan ayıran ortak bazı vasıfları vardır.

Dosdoğru Olmak (Sıdk): Allah’ın elçilerininen büyük sıfatlarından biri sıdktır. Bu bizzat Allah (cc) tarafından onlara verilmiş özel bir sıfattır. Bunun için elçiler asla yalan söylemezler.

Emin ve Güvenilir Olmak (Emanet): Allah’ın elçilerinin ortak olan önemli özelliklerinden biride emanettir. Dünyanın en emin ve güvenilir kişileri elçilerdir. Zira Allah (cc) onları seçmiş ve büyük bir vazife ile görevlendirmiştir. Böyle bir vazifede hıyanet etmek asla onların hayallerine bile girmez. Bunun için bütün Allah’ın elçilerini Allah(cc)’ın kendilerine verdiği Risalet görevini yerine getirme hususunda son derece titiz davranmış ve emanet vasıflarını hakkıyla temsil etmişlerdir.

Anlatma (Tebliğ): Allah’ın elçilerinin en önemli vasıflarından biri de Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara noksansız ve asla hiçbir ilâve yapmadan anlatmalarıdır. Tebliğ olarak isimlendirilen bu sıfat ile elçiler geldikleri dönemlerde hangi şartlar altında olursa olsun insanlara hakikati ulaştırmış ve onlara hidayete giden yolları göstermişlerdir.

Aklı Akılla Aşma (Fetanet): “Akılla aklı aşma” manasına gelen Fetanet’e “Resul mantığı” da diyebiliriz. Bu vasıf sayesinde elçiler, mantık, ruh, kalp, his ve lâtifeleri bir araya getirip mütalâa edilecek şeyi öyle mütalâa etmiş ve ümmetlerine en güzel yolları göstermişlerdir. Allah’ın elçileriningösterdikleri yolda asla sapma ve inkıraz olmamış, onlara uyanlar hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşa ermişlerdir.

Günah İşlememek (İsmet): İsmet sıfatı da Allah’ın elçilerinin önemli sıfatlarındandır. Masum ve günahsız olma anlamına gelen İsmet sıfatı, lügatte, “men etme, engelleme veya himayeye alınmış, korunmuş” manalarına gelirken, İslami anlayışta, elçilerin küçük-büyük bütün günahlardan Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle korunmuş olmaları anlaşılır.

İçinde bulunduğumuz kaostan kurtulmanın yolu Resul ve Nebilerin bize ilettiği ve kendilerinin de harfiyen yaşayarak gösterdikleri İslam yoludur. Bu yolun en güzel yaşayabilmenin temel şartlarından biri de Kur’an da belirtilen Resul ve Nebilerin ne için gönderildiklerini iyi kavramak ve bunu hayatımıza uygulamaktadır.

Akif ne güzel demiş:

İhlâs ile ilim öğrenecek halka imam ol

Tevhit diyerek veche – i maksûda bekâm ol

İhmâli bırak, vecd ile camiye müdâm ol

Allah’a güven, sa’ye sarıl, hikmete râm ol

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

Kalkar yeniden hâk ile yeksân olan insan

Bir tövbe gerek komşu hukûkundan alırsan

Göstermesin Allah sıkılıp darda kalırsan

Allah’a güven, sa’ye sarıl, hikmete râm ol

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

Takdir edilen güçlü bir ilahi bilinç el

Vermekle bütün fertlere feyz-nâk-ı müselsel

Son beklediğin rûz-i elest gelmeden evvel

Allah’a güven, sa’ye sarıl, hikmete râm ol

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.