Ülkemiz siyasi yaşamında bir kavram kargaşası yaşanıyor hem de epeyce zamandan beri.

Kürtçü bölücü siyaset 1980 öncesi de güneydoğuda vardı DDKD (Devrimci Doğu Kültür Derneği) TEKOŞİN , RİZGARİ , KAWA gibi adlarla Marksist komünist çizgide tüm Marksist örgütler gibi klik hareketleri şeklinde varlığını sürdürüyor, fakat bölmek istedikleri Doğu Ve Güneydoğu halkından destek bulamıyor, toplum içinde marjinal siyasal hareketler olarak varlıkları kabul bile görmüyordu.

Tabii siyasal etkinliklerinin halk üzerinde nakıs bulmamasının bölgenin feodal yapısıyla ve ülkemizin yaşadığı siyasal sistem de etkili olmuştur.

2000 öncesi yani emperyalizmin ülkemize dayattığı yeni siyasal sistem öncesi siyasi partilerimiz kapsayıcı ve çoğulcuydu siyasal partilerimizde aşağı yukarı toplumun tüm katmanları temsil edilirdi ve insanlar bir partiye baktığında kendisinden bir parça görebilirdi.

Bu durumun en çarpıcı örneği bu gün aldığı rey yüzde 10’u bile bulamayan Gümüşhane’de eski Diyanet işleri başkanı Lütfü Doğan’ın CHP’den hem milletvekili hem de bakan olması.

MHP’nin bu gün yüzde 1 rey aldığı Bingöl Belediye Başkanlığını 29 yaşında bir insan, Hikmet Genç ile kazanması gibi örnekleri çoğaltabiliriz.

Emperyalizm ülkemizde bölücülüğü ve gerginliği yaygınlaştırmak için din, mezhep ve etnisite mensubiyetine dayalı partileri kurdu ve güçlendirdi.

1980 öncesi marjinal Marksist sol olarak, siyasi faaliyet gösteren bölücü Kürt hareket sol kimliğinden Kürtçü bölücü KAWA örgütünden doğma MİT kurulumlu, CİA destekli bir Kürtçü hareket olarak bölücü faaliyetlerini hızlandırdı ve tabii dış destekle bir terör örgütü olarak siyaset sahnesinde yerini aldı.

Devletimizi yönetenler bölücü PKK hareketi karşısında ya Kürt halkına yönelik birlik pekiştirici politikalar üretememiş yada işbirlikçi politikaların ekseninde hareket edip günü kurtarmıştır.

Kürtlerin kurdukları partiler kapatılmış en önemlisi terörist ile meşru siyaset yapmak isteyeni ayırt edici çalışmalar yapılmamıştır.

Sonuçta izlenen politikada sürekli bölücü PKK kazanmış, Türk devleti gerilemiştir ve bölücü terörist hareket doğu ve güneydoğuda taban bulmuştur.

Enteresanlıkların yaşandığı süreçte Kürt siyasiler seçimlerde bağımsız adaylarla temsil edilirken ve yaklaşık yüzde 5-6 arasında rey alırken genel başkanları Selahaddin Demirtaş’ı aday gösterip parlatıp rey oranını yüzde 9’a çıkarttılar.

Gene seçimler yaklaşırken Selahaddin Demirtaş bir ABD seyahati dönüşünde (ABD’de Fetullah Gülen Cemaati ile görüştüğü de iddia edildi) seçimlere HDP olarak gireceğini açıkladı.

Bu açıklama önemli bir kırılma anı olarak düşünülmeli.

Sonuçta HDP ülke sathında reyini yüzde 13’e milletvekili sayısını 80’e çıkarmıştı ve Doğu Ve Güneydoğuda en önemli 100 belediye başkanlığını kazandı.

Başlığa dönelim,

HDP, PKK mıdır?

HDP’ye PKK’dır dediğimiz zaman, ülkemizde 6 milyon terörist var dememizde gerekir.

Hiç bir memleketin yüzde 13’ü hain olur mu?

Böyle düşünürsek nasıl bakabiliriz yüzüne o insanların.

Eksiklik varsa bizdedir bölge insanını kaybetme politikası izleyen garip menşeili politikacı yöneticilerimizdedir.

Aslında bir değerli soru daha sorulabilir.

Kürtleri dışlayan kendilerinden görmeyen Türkler de bölücü değil midir?

Eğer bakış açımızı Türkler, ortakları, dostları ile emperyalizme karşı birlik olarak revize etmez isek tek tek emperyalizm hepimizi yutacak.

Yok, bir olabilirsek boğazlarında kalabiliriz boğazlarını yırtabiliriz.

@m_vedatckr