Toplum olarak umutlarımızı mı kaybediyoruz?

Son 10 günde ikisi İstanbul’da, biri Antalya’da toplu olarak ailelerin siyanürle intiharına şahit olduk.

İçimiz sızladı burkuldu tabiî ki kendimizi çok kötü hissettik.

Tanrının insana verdiği bir armağandır hayat.

Bir insanın oluşup dünyaya sağlıklı gelebilmesi tanrının bir mucizesidir.

Tamam, insanlara yaşasınlar diye armağan edilmiştir hayat, ama aslında tamamı insanın kendisine ait midir sorusu hep sorula gelmiştir.

İnsan yaşamında “umut” sanki hayatın en önemli alanlarını kapsayan bir olgudur.

Sağlıklı ortalama bir ömür sürmek, sevdiklerinle birlikte zaman geçirmek, yaşamak için asgari dünyevi varlıklara ulaşabilmek (barınmak, beslenmek, ısınmak, örtünmek, v.s) bir insanın asgariden sahip olması gereken umdelerdir dahasına sahip toplumlar var mıdır, vardır fakat asgari yaşam standartlarına sahip olamadığımızda daha ötesini hayal etmemizin bir anlamı da yoktur.

Toplum olarak yaşam alanlarımız son 50 yılda çok baş döndürücü değişimler gösterdi.

Bir yaşam çizgisi takip edildiğinde bir aşiret birlikte yaşamı olarak başlayan göçebe veya yarı göçebe hayatımız geniş ailelerin yaşadığı, geniş köy evlerinde birkaç ailenin birlikte yaşamı ile devam etmiş.

Zamanla evler küçülmüş ve birlikte yaşayan aile sayısı azalmakla beraber kentlere metropollere göç hareketleri başlamıştır.

20 yıl öncesine kadar 3 artı 1 daireden küçük daire şekli toplumumuz tarafından kabul görmezken, son 20 yılda 2 artı 1, 1artı 1, 1 artı 0 evler kabul ve talep görmeye başladı.

Bu durumdan çıkaracağımız sonuç aşiretten geniş aileye, geniş aileden, çekirdek aileye, çekirdek aileden, yalnızlığa doğru giden bir yaşam şekline yöneliş olduğudur.

Önce sayılan yaşam koşullarında aşiret veya geniş aile birbiriyle irtibatlı ve birbiriyle yardımlaşabilen ve birbirinden haberli yaşarlar iken, çizginin sayısal azalmaya dönüştüğü ölçüde irtibatın yardımlaşma dayanışmanın haberleşmenin git gide azaldığını görebiliyoruz ve insanların hayat kavgasında yapayalnız kaldıklarını bazen çaresiz ve umutsuz kaldıklarını görüyoruz.

Bir aile babasının bodrumda, vefatının evlatları tarafından 3 gün sonra öğrenildiği veya kişinin annesinin İstanbul un hangi ilçesinde vefat ettiğinin bilinememesi gibi aile savrulmalarına da toplumda rastlanmaktadır.

Toplumda birey olarak yalnız yaşamak dolayısı ile bir dünyevi varlığında gereksinimini sağlamayı gerektiriyor, bu durum kişilerin bir görevi olduğu kadar toplumsal hayatı düzenleyen tanzim eden toplumun ortak alanlarına karar veren mekanizmaların da sorumluluğundadır.

Eğer bir toplumda gelir adaletsiz dağıtılıyorsa, bazı insanlar doğuştan şanslı olup tüm ortak varlıkların sahibi oluyor, diğer bir kısım insan ise hep ezilip, hiç bir ortak varlıktan yararlanamıyorsa ve hep önü kesiliyorsa, ikinci bölümdeki insanlar tabiî ki umutsuz olacak ve sonuçta yaşamak istemeyeceklerdir.

Siyanürle ailece intiharları toplumu yönetenler bir ihtar olarak alsınlar bu halin daha büyük travma halini almasına sebep olmasınlar en azından toplum içinde yaşayan insanlarımızın kendilerini eşit fırsatlara sahip insanlar olduklarını hissettirmeyi başarabilsinler.

Ülkemiz yalan ekonomisi ile buralara geldi ve geldiğimiz noktada aileler evlerinde siyanür ile beraber intihar ediyorlar.

Bu ülkede beraber yaşıyoruz.

Umut sadece yöneten elitin hakkı olmamalı.