Özellikle iki kesime, daha doğrusu “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” misali çok yere seslenmek istiyorum.

Birisi gerçek çile çekenler, onların evlatları, torunları, arkadaşları…

Diğeri bu manada fiske yemeden çilenin edebiyatını yapanlar, karşı oldukları devletin kaymağını yiyenler, iki ayak üstüne düşenler, onların evlatları, torunları arkadaşları…

Bir 12 Eylül daha geldi geçti. Yıldönümü mü, yaprak dökümü mü, ölüm anımı mı, her ne ise üzerinden 39 yıl geçti. Bir 39 yıl daha geçecek mi, o gün geldiğinde gerçekten hatırlayanlar olacak mı, yoksa unutulacak, unutturulacak mı?

Dediler ve dedik ki, unutmadık, unut(mamak), unutturmayacağız… Peki, bu nutku atmaktan öte yapılması gerekenler yapılabildi mi, zaruri adımlar atıldı mı, attık mı?

Dediler ki, sen ırkçısın, faşistsin…  Bürokraside üzerinden silindir gibi geçtiler, temizlik firmasında masa silmek için, güvenlik firmasında kimlik sormak için iş ararken bile sana sen başkasısın dediler.

Kaç kişi yaşıyor şu anda 12 Eylül’ü bilfiil yaşayanlardan? Kaçı göçtü öte aleme yalnızlık girdabında? Kaçı küs ayrıldı ocağından, partisinden, cürmünden, volta arkadaşından, can yoldaşından, çeyrek ekmek arası 50 gram peyniri bölüştüğünden…

12 Eylül’ün ne olduğunu bile anlatamadık doğru dürüst. Sinema filmleri yapıldı, seyretmeye giden olmadı yeterince. Yapımcıların cesareti kırıldı, arkası gelmedi…

Hani “kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyerek can vermene rağmen seni Müslüman olarak bile görmeyenler, hatta Müslüman sevmezler diye yaftalayabilenler, seni kafatasçılıkla, kurtçulukla suçlayan tuzu kurular var ya onlara bile anlatamadın 12 Eylül’ün ne olduğunu.

Dinle, oku ve aleme anlat ki belki öğrensinler, “12 Eylül nedir” sorusunun cevabını.

12 Eylül idam demektir. Yani filmlerdeki idam sahnesi değil, gerçek idam. Vallahi, geçiriyorlar ilmeği boynunuza, öyle sümüklü gibi ağlamak ve eyvallah yok, ülkünüzce ve öykünüzce dimdiksiniz, cellat günaha girmesin diye kendiniz tekmeliyorsunuz iskemleyi ve göçüyorsunuz öte aleme. Sonradan anlaşılıyor ki masummuşsun, kime ne?

12 Eylül dostluk demektir. Yani hikâye kitaplarında veya sanal medyada paylaşılan dostluk hikayeleri gibi değil. Arkadaşınız evlidir, onun suçlandığı davayı siz üstleniyorsunuz arkadaşınızın yuvası ersiz kalmasın diye ve 5-10 yıl hapis yatıyorsunuz. Vallahi, öyle “Tatar Ramazan” filmlerindeki gibi rol icabı veya Kahtalı Mıçı’nın “Senin için onbeş sene yatalım mı vay vay” türküsündeki gibi değil gerçek. Ömrünüzün çiçeğini dostunuza hibe ediyorsunuz. Bilmeyenler çoktur ama gerçekten öyle lakin kime ne?

12 Eylül anaların feryadıdır. Erzurum’da mahpussunuz, ananız Samsun’dan çıkar ziyarete gelir, evladının işkence görmüş yüzüyle karşılaşır ve yaralı bir kartal gibi işkencecilerin üzerine atılır ama bir şey yapamaz, yığılır kalır çaresizce. Ve diğer analar gibi feryadı arşa ulaşır, kime ne?

12 Eylül, İstiklal Marşının belleklere tersten kazınmasıdır. “Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak” diye başlayan marşımız her daim okunsun diye ölümü göze alan gençlere dayak eşliğinde zorla marş okutuldu dersek kim inanır? Ama o kurban olduklarımız, çatmadılar kaşlarını ve düzden okumayı sürdürdüler marşlarını, kime ne?

12 Eylül demek bozulan sicilinizle tuzunuzun hep yaş kalması demektir. Yani tuzu kuruların, yani ganimet severlerin bir türlü ıslanmayan, her devirde her ahvalde kuru kalan tuzları gibi değil. Bazılarının aklının, havsalasının almayacağı şekilde çoğunlukla öz yurdunuzda garip kalmasıdır, kime ne?

12 Eylül yaban ellerde kaçak günler ve dönülemeyen sürgün demektir. İşkenceden, iftiradan, suçunuzun beşle çarpılmasından kaçarak Avrupa’ya gidersiniz. Ananız ölür gelemezsiniz, babanız göçer kabrine toprak atamazsınız, bacınız evlerin uğurlayamazsınız, bir bakarsınız ki aksakallı olmuşsunuz ve halen vatan toprağına hasretsiniz ama kime ne?

12 Eylül Kurdun çakala boğdurulmasıdır. Birileri beş yerden birden nemalanırken, sen bozulan sicilinle gurabasın ama gurabalığın edebiyatını bile yaptırmazlar. Yetmezmiş gibi; devletin gücünü arkasına alan bir tilki, “ha o mu, aman mesafeli dur, eski tüfeklerdendir” diye yaftalar sizi lakin kime ne?

12 Eylül anaların, bacıların ve babaların kahrıdır. Gariban Anadolu’nun gariban çocuklarını ziyarete bile gidecek para bulamadığından canlarına duydukları hasrettir, göz yaşıdır, acıdır… Bakkal dükkanında rızkını kazanmaya çalışan babaya oğlu itirafçı olsun diye atılan dayak, yapılan baskıdır, kime ne?

12 Eylül işkence demektir. Filistin askısında saatlerce bekleyiştir, testislerin kerpetenle sıkılmasıdır, yatırıldığın soğuk suda verilen elektrik akımıdır, gözlerinin önünde sevdiklerinin soyundurulmasıdır. Gerçekten öyle, filmlerdeki işkence sahnelerindeki gibi rol icabı değil, vallahi aynısıyla yaşanmış vakalardır, açık yaraya basılan tuzun acısıdır, kime ne?

Vatanımızı parçalamaya çalışan terör örgütlerine, hainlere övgüler dizenler, vatanı seccadenin serildiği yer olarak görenler, her türlü milliyetçiliği hoş görüp Türk Milliyetçiliğine şaşi bakanlar, 30 Ağustos’ta bile Atatürk’ü görmezden gelenler, 12 Eylül’de burnu bile kanamadan 12 Eylülün nutkunu atanlar, parsasını toplayanlar, şu 1978 kuşağının hikayelerini(!) dinlemekten bıktık, göçüp gitseler de kurtulsak diyebilenler, bunları masal sanabilir. Ama değil, bilinsin ki çok eksiği var lakin Allah şahittir ki fazlası yoktur yazılanların, yaşananların...

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun “dün dünde kaldı cancağızım” demeden Hakkın rahmetiyle buluşanlara ve elif gibi duranlara…