Erhan Arıklı konferansının düşündürdükleri....

Dört çocuğum var ve çocuklarımın okuduğu devlet okulunda 8 yıl Okul Aile Birliği başkanlığı yaptım. Hem çocuklarımın eğitimi döneminde (Halen eğitimleri devam ediyor) hem de Okul Aile Birliği başkanlığı dönemindeki gözlemlerim ve yaşadıklarım sonunda şu kanaate vardım:

“Amerikan eğitim sisteminden kopyalanarak bizde uygulanmaya çalışılan bu sistemin adı milli ama kendi zavallı. Müfredat ve verilen eğitim öğretim çocuklarımızı milli ve manevi değerlere sahip insan olarak yetiştirmekten uzak. Eğitim sistemi içinde yüzde beşi geçmeyen idealist ve fedakâr öğretmenler olmasa eğitim sistemi çoktan çöker.”

19 Ekim 2019 tarihinde Avrasyabir Vakfında Prof. Dr. Erhan Arıklı’yı dinlerken bunları yeniden hatırladım. Arıklı KKTC’de Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı olarak vakıfta “Kıbrıs ve Doğu Akdeniz” konulu bir konferans verdi. Tabii olarak konferans içinde Kıbrıs’taki eğitim sistemine ve gençliğe de değindi. Erhan Bey’in Kıbrıs’taki eğitim sistemi ve gençlik için anlattıkları benim yukarıdaki yaşananları hatırlamama sebep olmuştur.

Bilindiği üzere Kıbrıs Hz. Ömer (ra) döneminden beri Müslüman toprağıdır. 1571'den beri de Müslüman Türkler tarafından fethedilmiş ve bugüne kadar gelinmiştir. Bir rivayete göre Resulullah’ın (sav) rüyasına konu olduğu için 88 yaşında Kıbrıs Fethine katılan Hala Sultan'ın nur kabri de Kıbrıs’tadır.

Kıbrıs’ın stratejik ve coğrafi konumu itibariyle önemi tartışılamadığı gibi milli ve manevi yönden değeri de tartışılmazdır. Kıbrıs bulunduğu konum itibariyle bugün Türkiye’nin de geleceğinin garantisidir. Osmanlı’nın çöküşünden sonra belli bir müddet Müslüman Türk hâkimiyeti kesintiye uğrasa da tarihinde hiçbir zaman Rum toprağı olmamıştır. Rumların ve Yunanlıların değişik oyunları sebebiyle Kıbrıs’ı Rum toprağı yapmak isteseler de Türk milleti buna razı gelmemiş ve ordumuzun 1667 ve 1974’te haklı müdahalesi sonucu Rumların emelleri kursaklarında kalmıştır.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yaşanan gelişmeler KKTC’nin varlığını ortaya çıkarmış ve o günden beri Emperyalist güçlerin KKTC’yi ortadan kaldırma planları hep akamete uğratılmıştır. Batılı ülkelerin Kıbrıs üzerindeki oyunları dün olduğu gibi bugünde devam etmektedir. Kıbrıs Türkleri bu süreçte daima barıştan ve çözümden yana olmuş, ancak Rumların akıl almaz tutumları sebebiyle şimdiye kadar bir çözüm gerçekleşmemiştir. Ancak bu durum Kıbrıs Türklerinin kazanımlarının kimse tarafından yok sayılması neticesini doğurmaz.

Kıbrıs’ın en büyük hamisi elbette Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türk Cumhuriyeti var olduğu müddetçe Kıbrıs’ın kazandığı hakları kimse yok sayamaz.

Erhan Arıklı Bey’i dinlerken Kıbrıs Türkünün adada da sahipsiz olmadığını bir kez daha gördüm. Engin bilgisi ve Kıbrıs davasına sahip çıkan bir idealist olarak Erhan Arıklı Bey’in Kıbrıs davasına yepyeni ufuklar açacak donanımda olduğunu yakinen gördüm.

Erhan Bey’in özellikle Kıbrıs’taki eğitim sisteminden bahsedenken verilen eğitimin milli şuurdan yoksun oluşundan dolayı gençlerin milli ve manevi değerlere tam sahip çıkamayışlarını dile getirmesi içimizi kanattı. Çünkü aynı dertten biz de Türkiye’de mustaribiz. Eğitim sistemimiz geleceğimizin teminatı olan gençlere yeterli milli ve manevi şuuru vermekten uzak olması tamamıyla yönetimle alakalı bir eksiklikten kaynaklanmaktadır. Maalesef Türk eğitim sistemi yetmiş yıldır 1949 yılında yapılan Fulbright Anlaşması ile ABD’ye ihale edilmiş ve bu garabet hala da sürmektedir.

Fulbrıght bursları ile yetişenlerin Kıbrıs’a döndükten sonra eğitim sistemini millilikten uzaklaştırmak için ellerinden gelen her türlü kötülüğü yaptığını söyleyen Erhan Bey’e katılmamak elde değil. Zira aynı durum yıllardır ülkemizin en büyük sorunlarından biri olarak ortada durmaktadır. Eğitim sistemi denildiğinde yıllardır içeriği çok bilinmese de Türk Milli Eğitimi’nin bu anlaşma ile Amerika’nın yönlendirildiği gerçeği artık gizlenemez hale gelmiştir.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bir konuşmasında “Şehir efsanesi” diye geçiştirmesi maalesef bu gerçeği değiştirmiyor.

Bilindiği üzere ABD Büyükelçiliği 12 Şubat 1948 tarihinde Dışişleri Bakanlığına müracaat ederek Türkiye ile bir “Kültür Anlaşması” gerçekleştirmek istediğini belirtmiş ve bir proje sunmuştur. Bu projenin adı Senatör William Fulbright’ın hazırlaması sebebiyle “FULBRIGHT ANLAŞMASI” olarak isimlendirilmiştir. Fulbright, Amerika’nın Dünya üzerinde hegemon güç olarak etkin olması ve Sovyet tehdidine karşın Amerikan değerlerine uygun toplumların yetiştirilmesi için bulunan formülün fikir babasıdır. 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile yapılan anlaşma sonucunda bu döneme kadar milli bir şuurla yönetilen Türk Milli Eğitimi tam anlamıyla bir kırılma noktası yaşamış ve hala da yaşamaya devam etmektedir.

Aslında Fulbright anlaşması sadece bir kültürel anlaşma değildir. ABD’nin emperyalist emellerine hizmet eden çok yönlü bir zihinleri işgal projesidir. Bu projeye göre ABD’nin hedef olarak belirlediği ülkeler önce ekonomik olarak borç altına sokulmakta, daha sonra da bu borçlarına mahsuben ülkelerinde eğitim komisyonları kurularak zihinlerin işgal edilmesi sağlanmaktadır.

Fulbright Anlaşmasının sadece birinci maddesini bile okuduğumuzda nasıl bir zihni işgal ile karşı karşıya kaldığımızı anlayabiliriz:

“Türkiye'de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu (ki aşağıda «Komisyon» ismiyle anılmıştır) namı altında bir komisyon teşkil olunacak ve bu komisyon işbu Anlaşmanın hükümleri dairesinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından temin edilen paralarla finanse edilecek olan eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından tanınacaktır...”

Anlaşmanın 5. Maddesine göre de komisyon 4 Amerikalı 4 Türk üyeden oluşacak, Amerikan Büyükelçisi ise komisyonun “Fahri başkanı” olacaktır. Kararların oy çoğunluğuna göre alınacağı komisyonda oylar eşit çıkarsa son kararı Amerikan Büyükelçisi verecektir.

Anlaşmanın yapıldığı tarihten sonra ABD eğitim sistemi tam anlamıyla Türkiye’ye kopyalanmış ve gelen her iktidar buna uymuştur. Bu anlaşma bugün de geçerlidir ve maalesef anlaşmadan bu yana ülkeyi yöneten sağ iktidarlar buna hiç itiraz etmemişlerdir. Yani açık biçimde milli eğitim sistemimiz ekonomik borçlar karşılığında ABD’ye verilmiş ve zihinlerin işgali için geniş bir alan açılmıştır.

Kıbrıs’taki bazı Türklerin Türk ordusunu işgalci görmesi ve Kıbrıs’ta çözümün Rumlarla beraber olmasını savunmaları bu zihniyetin ürünüdür. Türkiye’nin Suriye’de yaptığı “Barış Pınarı” terör operasyonu arkasından Kıbrıs Cumhurbaşkanı Akıncı’nın açıklamaları da bu zihniyetin nerelere kadar tırmandığının bir göstergesidir.

Erhan Bey’in Kıbrıs’ın acilen bu tür zihniyetlerden kurtularak milli ve manevi şuura sahip insanlar tarafından yönetilmesi gerektiği fikri çok yerinde bir tespittir.

Ülkemizde üniversite sayısı hızla artarken bu üniversitelerin hepsinin Amerikan tarzı eğitim veren, özellikle bazılarının tamamen İngilizce ile eğitim veren bir yapıda oluşturulması ise Amerika’nın eğitim yolu zihinleri işgal projesini halen bütün hızıyla devam ettiğini göstermektedir. Böyle bir durumda bizi üzen bu anlaşmanın kaldırılmasıyla alakalı herhangi bir girişimin ve çalışmamanın yapılmamasıdır. Bunun niçin yapılmadığını ve sağ iktidarların 70 senedir buna niçin göz yumması ise gerçekten araştırılması gereken önemli bir konu olarak ortada durmaktadır.

Küresel emperyalist sistemin dizayn ettiği eğitim sisteminin yetiştirdiği nesillerden milli ve manevi değerlere sahip bir gençliğin çıkması elbette beklenemez. Bu açıdan acilen bu menhus anlaşmaya son verilmeli, eğitim sistemimiz (Bu Kıbrıs için de geçerlidir) tamamen yerli ve milli şuuru uyanık gençlerin yetiştirmesine uygun hale getirilmelidir diyoruz.

Kendisi de bir ilahiyatçı olan Erhan Arıklı Bey’in değindiği en önemli meselelerden biri de din eğitimi olmuştur. Maalesef Kıbrıs’ta din eğitimini yeterli olmadığını dile getiren Arıklı, din konusunda “indirilen” ve “uydurulan” din bulunduğunu, doğru din eğitimi verilememesinin uydurulan dinin hurafelerinin yayılmasına neden olduğunu söylemesi içimizi parçaladı.

Erhan Bey’in konferansta bahsettiği en çarpıcı bilgi ise “Linobambakiler” oldu diyebilirim. Çoğumuzun yeni duyduğu bir isim olan “Linobambakiler”i “İçimizdeki Truva atları” olarak değerlendiren Erhan Bey’in bu husustaki tespitleri şöyle: “Linobambakiler duruma göre Türk, duruma göre Rum, Müslüman veya Hırıstiyan görünen ve sayıları bir asır önceki sayımda 1500 olan münafık bir topluluk. Ceneviz benzeri azınlık olabilirler. Bugün belki sayıları on bini bulmuştur. Bunlar içimizde yaşamaktadır. Şimdi kayıptalar ve her türlü olumsuz faaliyeti yönetebilirler. Tıpkı Sebatayistler gibi gizli ve etkinler. Rumcada “Keten Pamuk” anlamına gelen bu sözcük her iki dini de benimsemiş izlenimini veren bu insanlar için kullanılıyordu. ‘Türk ordusu Kıbrıs’ta işgalcidir, Rumlarla işbirliği yapmalıyız’ gibi ifadeleri kullananların bunlar olduğunu düşünüyorum.”

Kıbrıs’ın artık iki toplumlu bir devlet olmaktan çok bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi gerektiğini üzerine basa basa açıklayan Erhan Bey’in verdiği bu konferans her yönüyle çok faydalı olmuştur. Bu özel ve anlamlı bilgileri bizlerle paylaştığı için KKTC Yeniden Doğuş Partisi Genel başkanı Prof. Dr. Erhan Arıklı Bey’i tebrik ediyorum. Temennimiz böyle milli ve manevi şuura sahip bir liderin 2020 yılında yapılacak olan Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçilmesidir.