Hukuk bilincinin gelişmediği ülkelerde yargı yaz boz tahtasına döner. Bunu en çok siyasi davalarda görürüz.  

AİHM, önüne gelen birçok başvuruda Adil Yargılanma Hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Bunların bazıları uygulandı, bazıları uygulanmadı.  

Demirtaş ile Kavala davalarında da benzer yönden kararlar verilmiş, ama siyasi iktidar "uygulamayız" dediği için mahkemeler de cesaret edip uygulayamamıştı. Bu durumda o ülkede bağımsız bir yargıdan söz etmek mümkün olmadığı gibi, mahkemelerin yasalara göre karar verdiğini söylemek de mümkün değil.  

CB Erdoğan, en son FETÖ hükümlüsü Yalçınkaya davasında verilen AİHM kararını da uygulamayacaklarını sert bir dil ile ifade etti.  

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; mahkemeler kişisel intikamların alınacağı yer değildir. Kin hukukundan adalet değil zulüm çıkar. Yargıyı kararlarında özgür bırakmak gerekir. Bu herkes için geçerli bir prensip olmalıdır. Ona başka, buna başka bir adalet ne ülkeye hayır getirir ne de yargıya güveni artırır. Nitekim bugün yargıya güvenin yerde sürünmesinin nedeni budur.  

Bununla mahkeme kararları eleştirilmez demiyorum, karar verenler de insan, araya duygular, inançlar, beşerî zaaflar, bilgi eksiklikleri girebilir. Hele uluslararası bir mahkeme hükmündeki AİHM kararlarında, ülkelerin –özel durumları- ıskalanmış olabilir. Bunlar eleştirilir. Bize göre; Allah’ın birliği, Peygamberin risaleti dışında hiçbir eleştirilmez yoktur.  

Anayasanın 90. maddesine göre, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir". Bu anayasa hükmü 2004 yılında AKP tarafında getirildi. Amaç o tarihte kendini zayıf gören iktidarın AİHM korumasından yararlanmaktı. Şimdi aynı iktidar, kendi koyduğu yasalara uymayacağını söylüyor ve zayıfken başka, güçlüyken başka bir hukuk anlayışı sergilemekte bir sakınca görmüyor. 

Oysa hatırlanacağı üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesi Cumhuriyet tarihinin bu ülkeye en büyük zararı vermiş teröristi Öcalan’ın idamını 25 Kasım 1999'da onaylanmıştı. Daha Öcalan yakalanıp Türkiye'ye getirildiği gün 2'si Hollanda,1'i İngiltere, 14'ü Türkiye'den olmak üzere 17 avukat AİHM'e başvurmuş, kararın onanmasından sonra da tekrar AİHM'e koşarak 30 Kasım 1999'da jet hızıyla -infazın uygulanması konusunda yürütmenin durdurulması- kararı almışlardı. Yargıtay onaması ile AİHM'in durdurma kararı arasında sadece 5 gün vardı. Bu herhalde AİHM tarihinin en hızlı kararıydı. 

Daha önemli olan, o tarihte iktidarda olan ANASOL-M hükümetinin biraz da MİT'in o dönemki yöneticilerinin telkiniyle bu kararı uygulamaları, idamı dondurucuya koymalarıydı. Sonraları AKP iktidarında idam cezası da kaldırılınca Öcalan kurtulmuş oldu. 

Bu karar doğrudur, yanlıştır ayrı mesele, bana göre AİHM'in uygulanmayacak bir kararı varsa; o da buydu. Öcalan, o sayede uzun hapishane sürecinde -Kürt uluslaşmasının- merkezi şahsiyeti haline getirildi.  PKK lider merkezli bir örgüt olduğu için, o yaşatıldığı için örgüt de yaşatılmış oldu. 

Türkiye, o tarihlerde Öcalan gibi cumhuriyet tarihinin en büyük suçlusu için bile -AİHM kararını uygulamayız- dememişti. Bugün Öcalan'la mukayese edilmeyecek suçlular için " uygulamayız" diyebiliyor. Elbette önemli olan ülkenin menfaatleridir. Ancak hiç kimse "Öcalan için uygulanan AİHM kararını, ötekiler için uygulamamayı" ülke menfaatiyle açıklayamaz. Bu nasıl bir matematiktir ki, on binlerin katiline gösterilen -hassasiyet- ötekiler için gösterilmiyor? Mesele suçluların kimlikleri veya ideolojileri değildir, mesele anayasaya giren bir prensibin -keyfi- kullanımıdır. Bundan vazgeçilmedikçe,  bu tartışmalar hep sürüp gidecek, yargıya olan güven her gün biraz daha örselenecektir.