Seçim süreci, 21 yıllık AKP iktidarının bu ülkeyi nasıl bir ahlaki çürümüşlüğe getirdiğini gösteriyor.

İktidarda kalmak için hiçbir sınır tanınmıyor. Oy hesabı bütün değerleri unutturmuş vaziyette.

Siyasi rekabet çamur atma yarışına çevrildi. İktidar, her söz ve davranışı ile ülkeyi yönetme kapasitesini kaybettiğini artık bir şey vaat edemediğini gösteriyor.

Önüne gelene FETÖ’cü, HDP'li demek ekonomik krizi, her gün büyüyen sefaleti ortadan kaldırmıyor. Etin kilosu 400 TL'ye dayandı. Böyle giderse bir yıl sonra kilosu 1000 TL olacak. İnsanlar evine et götüremeyecek. Ona buna çamur atmak bu gerçeği unutturmuyor.

Erdoğan'ın okuduğu seçim beyannamesinde ekonomiyi düzlüğe çıkaracak akla, bilime dayanan bir çözüm planı yok. Özet olarak ülkeyi bu hale getiren ekonomi politikalarına devam edileceği ifade ediliyor. Erdoğan iktidarda kalırsa inat politikaları devam edecek.

Muhalefet yılarca kamuya personel alımlarında yapılan mülakatın aslında bir nevi gençlerin emeğini çalmaya, liyakatin yerine yandaşlığı ikame etmeye yaradığını savundu. Onun için Millet ittifakının taahhütlerinden biri belki de en önemlisi mülakatların kaldırılması oldu. Böylece personel alımlarında torpil değil, liyakat işleyecekti. Şimdi Erdoğan'da 21 yıl gençlerin hak ve hukukları gasp edildikten sonra mülakatların kaldırılacağını söylüyor. Muhalefet icranın başında olmadığı için taahhüt eder. Çünkü icra kabiliyeti yoktur. Oysa iktidarın taahhüt etmesine gerek yoktur. Güç ve kuvvet elindedir, basit bir kararla bunu gerçekleştirebilir. Mülakatların kaldırılması için seçim sonuçlarını beklemeye gerek yok. Bir kararname ile bu emeğe çökme uygulamasına son verilebilir. Bunu yapmak yerine vaatte bulunmak aslında böyle bir tasarrufa niyetlerinin olmadığını gösterir.

HDP ve FETÖ üzerinden yürütülen yıpratma kampanyaları artık toplumda makes bulmuyor. Çünkü PKK ile masa kuran, Apo'nun mektuplarını Diyarbakır meydanında okutan, üç beş oy uğruna Apo'yu akil adam, ülkeye yol gösteren filozof haline getiren AKP'den başkası değil. Çözüm süreci ile birlikte PKK giremediği alanlara da girerek oyunu yüzde 6'dan 13'e çıkardı. Bunun tek sorumlusu Erdoğan'ın ben merkezli politikalarıdır.

Diğer taraftan FETÖ ile Millet ittifakı koalisyon kurmadı. Düne kadar -aynı menzile yürüyoruz- diyen bizzat Erdoğan'dı. Her Türkçe olimpiyatında Gülen'e övgüler düzen, "dön hocam" diyerek hasret gösterileri yapan darbeden sonra "ne istediler de vermedik" diyen de Erdoğan'dı. Ona hiçbir şey vermeyenler FETÖ’cü oldu ama onu besleyip semirtenler FETÖ uzmanı oldular. İşledikleri suçları başkalarına isnat ederek aradan sıyrılmaya çalıştılar. Geçmişte kimin FETÖ ile iltisak ve irtibatı varsa FETÖ'ye en çok vuran onlar oldu. FETÖ ve HDP bugün Erdoğan'ın şahsi iktidarını güçlendirmek, baskıcı, otokrat bir yönetim kurmanın aracı olarak kullanılıyor. Dertleri bu yapılar değil, onları kullanarak iktidarlarını korku politikaları ile kalıcı hale getirmek. Milletin bu yapılara yönelik nefretinden iktidar devşirmek.

Onun için biz gidersek şu gelir bu gelir söylemleri gerçekçi değil. AKP giderse demokrasi gelir. Yargı siyasetin kırbacı olmaktan kurtulur. Çökme ve yağma düzeni biter. Yağmacılar elini milletin cebinden çıkarmayanlar hesap verir. Devlet hazinesini talan edenler yargı karşısına çıkar. Kutuplaştırma, düşmanlaştırma siyaseti biter. Siyasi rekabet suçlamalar, iftiralar karalamalar üzerinden değil, projeler üzerinden yürür. "Öcalan'ı hapisten çıkaracaklar" iddiasının yalanlığı, bu ülkede buna kimsenin cüret ve cesaret edemeyeceği ortaya çıkar. Bir daha kimse, İmralı ile Kandil arasında devletin istihbarat kurumunu mektupçu durumuna düşürmez. Kısacası Türkiye normalleşir, ona buna FETÖ’cü diyenlerin onlardan bin kat daha kirli oldukları anlaşılır.