4 Aralık 2018 yılında “Ak Parti AKP’leşir mi?”  isimli bir makale yazmış ve bazı Ak Partililerin dile getirdiği, “Bir Ak Parti var, bir de AKP. Maalesef son dönemlerde AKP´liler Ak Partiyi ele geçirdi.” Şeklindeki sözlerinden hareket ederek bu meseleyi teşrih masasına yatırmış ve “Gerçekten de Ak Parti tıpkı ANAP gibi bir süreç yaşar mı? Yani AKP´leşir mi?” diye sormuştum. (Makaleyi http://yenidunyagundemi.com/kose-yazilari/ak-parti-akplesir-mi-1095.html linkinden okuyabilirsiniz.) Aradan geçen zaman içerisinde Ak Parti’nin hızla bir AKP’leşme sürecine girdiğini gözlemledim. Hele de bu son seçim sonrası AKP’leşme istikametinden gaza sonuna kadar basmaya başladılar.

Bu makalemde Ak Partililerin neden böyle bir yola girdiklerini ve hangi hızla ilerlediklerini izah etmeye çalışacağım.

2023’te ülkemiz önemli bir seçim geçirdi. Bu seçini sadece parti bazında değerlendirmek hatalı olur. Çünkü bir yanda PKK+FETÖ işbirliğini ilke edinen Millet ittifakı, diğer yanda vatınınım, milletini her şeyden önde tutan Cumhur ittifakı vardı.

Biz hiçbir zaman Cumhur ittifakının dört dörtlük olduğunu iddia etmedik ve hala da etmiyoruz. Ancak Cumhur ittifakının gitmesi halinde yerine gelecek olanların ülkeye yapacakları ihaneti düşününce Cumhur ittifakı Millet ittifakının yanında bütün yamukluklarına, yanlışlıklarına, israfa boğulmalarına ve saltanat sürmelerine rağmen zemzemle yıkanmış gibi kalıyor.

Biz asla Demokrasi denen eski Yunan’dan kalma sistemin direkleri olan partici olmadık. Partilerin bu ülkeye bazı yararları olsa da kahır ekseriyeti itibariyle zarardan başka bir şey kazandırmadığını görüyoruz.

Biz parti tercihi hususunda İslam hukukunda tanımlanan “Şer, ehven-i şer” kavramları çerçevesinde hareket ettik. Bunu sadece bu seçimde değil daha önceki seçimlerde de yaptık. Hakkın olmadığı zeminlerde daha kötüsü gelmesin diye ondan daha az kötü olanı veya bizlere daha az zarar verecek olanı tercih ettik. Bizim değerlendirmelerimiz ve yaşadıklarımız Cumhur ittifakının millet ittifakından daha ehven olduğu ve zararının daha az olduğu yönünde olmuştur. Yeniden bir seçim olduğunda da aynı ilkelerle hareket edeceğimizi herkes bilir.

Neyse ki Türk milleti ferasetiyle ülkeyi PKK+FETÖ ittifakına yem etmedi ve yeniden Cumhur ittifakı kazandı.

Aslında her ne kadar Cumhur ittifakı MHP, YRP, BBP, HÜDAPAR gibi partilerin ittifakından oluşsa da iktidar erkini elinde tutan Ak Parti olmaktadır.

Ak Parti 22 senedir iktidarda ama acaba muktedir olabildi mi? Kuruluşunda savunduğu ilkeleri göz önüne alarak birçok alanda henüz muktedir olduğunu söylemek oldukça zor görünüyor.

Ak Parti ilk on yılında özellikle sağlık, ulaşım hizmetleri, Milli eğitim, yargı vb. alanlarda güzel işlere imza attı. Milletin beklentilerine yönelik kanunlar çıkardı. Özellikle askeri vesayet ile yaptığı mücadele millet tarafından takdirle karşılandı. Ancak bu dönemde askeri vesayetle mücadele edeceğim diye FETÖ ile işbirliği yapması yapılan en büyük yanlışlardan biriydi. Defalarca ikaz etmemize, FETÖ denen alçak yapılanmanın arkasında CIA’nın olduğunu, özellikle askeriyede yapılan operasyonlarda gerçek maksadın milli unsurların temizlenip yerine CIA elemanları olan FETÖ’cülerin yerleştirilmek istendiğini söylememize rağmen Ak parti yöneticileri bunlara kulak tıkadı. Çünkü onlarla işbirliği yapmak işlerine geliyordu. Bu derece pragmatik davranış sonunda ellerinde patladı ve çok sevdikleri ve 13 yıl beraber yürüdükleri FETÖ’cülerin hain olduklarını nihayet onlar da anladı.

 FETÖ’nün hainliği ortaya çıkınca buna tedbirsiz yakalanan Ak parti verilen mücadelenin birçok alanında çuvalladı. Kibir ve enaniyetleri FETÖ’yü iyi bilenlere danışmayı da önleyince mücadele eksik kaldı. Allah (cc) FETÖ’cüleri şaşırtıp, 12 Şubat, 17/25 Aralık operasyonlarını ve 15 Temmuz darbe girişimini yapmasalardı bugün hala FETÖ’cüler “İslami cemaat veya sivil toplum kuruluşu” Fetullah münafığı da Hoca Efendi olarak bilinmeye devam edecekti.

Sayın Erdoğan ve gayretli vatansever birkaç kişiyi saymazsak Ak parti FETÖ ile mücadelede tam anlamıyla AKP’leşti. İçindeki siyasi kripto FETÖ’cüler sayesinde verilen mücadele sathi kaldı. FETÖ’nün siyasi kanadına dokunulmadı. Bunun neticesinde hala bugün AKP içinde, diğer partilerde FETÖ’nün siyasi ayağı dipdiri ve operasyonlara imza atıyorlar.

Ak parti son seçimlerde de AKP’leşti ve kaybetme ihtimali doğun iktidarı yeniden kazanmak için tam anlamıyla ekonomik alanda seçim yatırımı yaptı. Mesela Sayın Erdoğan EYT konusunda, “Siyasi hayatıma da mal olsa EYT’yi çıkarmam.” Derken bu seçim öncesi ekonomiyi alt üst edecek bir karar imza atarak bana göre hak etmedikleri halde milyonlarca insanı emekli etti. Asgari ücret konusunda ve emeklilere verilen seyyanen zam hususunda tam anlamıyla faydacı davrandı. Piyasaları kontrol etme yerine işi zam yaparak çözeceğini zanneden AKP hükümeti aslında ekonominin sıcak paraya dayalı politikalarla, borçlanmayla değil de üretim ile çözüleceğini bilse de uyulamaya koymadı veya koyamadı. Bu da ekonominin zembereğinin bozulmasına sebep oldu ve şimdi bunun acı sonuçlarını hep beraber yaşıyoruz.

Ak parti faiz hususunda dört yıldır Heteredoks ekonomik politika (Küresel güçlerin istediğine uygun olmayan farklı bir model) uygulayarak faizi devamlı düşürdü. Sayın Erdoğan bunu yaparken sık sık kendisinin ekonomist olduğunu ve bu işi iyi bildiğini açıkladı. Ancak bunu yaparken ekonomi üzerindeki diğer etkenleri nazara almadı. Sadece faiz düşürmekle ekonominin düzelmeyeceği çok açıktı. Seçim bitince işin aslı ortaya çıktı ve bu tür ekonomik modelin uygulama imkânı kalmadığını anlayan Erdoğan yeniden küresel sermaye çetelerinin uygulamak istediği Ortodoks ekonomik politikalarına geri döndü veya dönmek zorunda kaldı. Küresel güçlerin dümen suyunda gittiği için şişirilen Mehmet Şimşek ekonominin dümenine oturttular. O da yine küresel sermayecilerin istediği Hafize Gaye Erkan’ı Merkez bankasının başına getirdi. Onlar da gelir gelmez Ortodoks ekonomik politikanın gereği olarak faizleri dikey yükseltti. Peki, sonuç ne oldu? Dolar 8 lira, Euro 10 lira birden arttı. Döviz ve altın fırladı. Bu sonuç itibariyle Ortodoks ekonomik politikalara geri dönerek faizi yükselterek küresel sermayenin elini öpüp, önünde diz çökmekten başka bir şey getirmedi.

Yaşanan travmalar sebebiyle midir bilmem ama AKP’şen Ak parti, ismindeki adalet ilkesini de tersine çevirdi. Memura % 87 zam verirken emeklilere % 25 hem de kök maaş üzerinden zam verdi. Seyyanen zamla en düşük emekli maaşları 7.500 TL iken % 25 zamla yine 7.500 tl olarak kaldı. Durum tam da Nasrettin hocanın Kedi buysa ciğer nerde, ciğer buysa kedi nerde şeklinde sorduğu kedi ciğer meselesine döndü. Emekliler bu adaletsiz ortama isyan etse de bu ülkede garibanın sesi yukarıdakiler tarafından hiçir zaman duyulmadığı gibi bu kez de duyulmadı.

Ak partinin AKP’leşmesine mani olamayan Sayın Erdoğan Necip Fazıl ekolünden gelen birisidir. Necip Fazıl’ın, Destan şiirindeki,

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!  ifadesini bilmemesi mümkün değildir. Bunu bilmesine rağmen memura dokuz pul verip emekliyi bir pula mahkûm etmenin mantığını ne ile izah edecektir bilmiyorum.

Bahane hazinede para olmaması ise memura % 87 zam verirken var, her türlü israfa harcarken var, zenginlerin vergi borçlarını silerken var, siyasi partilere yardım yaparken var da sıra emekliye gemince mi yok oluyor? Bu Ak Partinin ismindeki adalet kavramının tersine çevrilmesi ve AKP’leşmesinden başka bir şey değildir.

Farklı bir meselede ülkede enflasyon % 100’ler, % 200ler civarında seyrederken kiraları % 25 ile sınırlama aymazlığıdır. Siz devletin her türlü vergisine, harcına, akaryakıtına % 200lere varan zamlar yaparken ev sahiplerinin kiralarını % 25 ise sınırlamak bırakın adaleti insanlık ile telif etmek asla mümkün değildir. Asıl vazifesi piyasaları denetlemek olan hükümetin bunu yapmayıp belki de bir kirasıyla geçinen ev sahipleri hakkında böyle aymazca bir karar alması aklın mantığın kabul edeceği bir şey değildir. Yaptıkları aslında toplumsal bir kargaşaya sebep olmaktan başka bir şey oluşturmadı. Bugün karakollara her gün kiracı ev sahibi kavgaları ve cinayetleriyle lebalep dolu hale geldi.

Hükümetin İsveç’in NATO’ya üye kabul edilmesi meselesindeki ikircikli tavrı da ister itemez insanın aklına, “Acaba perde arkasında nasıl pazarlıklar yapıldı. İsveç’i teröre verdiği destekten dolayı NATO’ya kabul etmeyeceğiz açıklamasından bir gün sonra bu fikirden neden vaz geçidi?” gibi sorular gelmektedir. HDP’li bir vekilin TBMM kürsüsünden İsveç’in NATO’ya alınma kararının ardında Erdoğan’ın oğlu üzerinden tehdit edildiğini söylemesi ise gerçekten mideleri bulandıran bir durum oldu. Bunun gerçek olmamasını dilemekten başka bir şey aklıma gelmiyor.

Elbette uluslararası ilişkilerde hissiyattan çok ülkelerin menfaati geçerlidir. Eğer İsveç’in NATO’ya alınmasında ülkemiz için önemli menfaatler var ise elbette alınması yönünde karar vermeliyiz. Ama bunu bir gün olmaz deyip ertesi gün olur şekline döndürmek kimse kusura bakmasın ama dış politikanın sulandırılmasından başka bir şey olmadığını söylemeden durmayacağım.

Şimdi biz İsveç’in NATO’ya alınmasına  evet değince İsveç PKK ve FETÖ’cüleri desteklemekten vaz mı geçti? Acaba beslediği kaç eteröristi bize iade etti veya edecek?

Sonuç olarak bu hususlarda yazacak daha çok şeyler var. Uzatmadan bu hususlarda düşündüğümü şöyle özetleyebilirim.

Ak parti son hızla AKP’leşme yoluna girdi. Yokuş aşağı hızla gidiyor. Bir yerlerde durabilir mi bilmiyorum ama ihtimal de vermiyorum. AKP’leşen Ak parti sanki Emeviliği ülkemizde hâkim kılmak için var gücüyle çalışıyor. Ak Parti’yi “Ehveni şer” olarak destekledik ama bu durum sonsuza kadar sürmez. Mevcut şerlerden daha şer hale gelirse (ki bu sürece girdi) iktidara getirdiğimiz gibi göndermesini de biliriz. Türk milletinin sabrını kimse denemesin.

Makalemi Necip Fazıl’ın Destan şiirindeki ilk dört satırıyla bitiriyorum.

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,

Çattırdılar geliyor karanlık kubbemizden.”