Moskova’da bir konser salonuna yapılan terör saldırısında 133 kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı IŞİD üstlendi. Yakalanan teröristlerden biri, Türkiye’den Moskova’ya geçtiğini, eylemi para karşılığı yaptığını, azmettiricilerle telegram üzerinde görüştüğünü itiraf etti. 

Bunun ne kadar inandırıcı olduğu tartışma konusu, bir insanın hiç tanımadığı birinin telegram üzerinden yönlendirmesi ile hareket etmesi çok makul görünmüyor.  

Eylemin üzerinde durulması gereken birkaç veçhesi var: en başta eylemcilerden birinin Türkiye’den gitmiş olması. 

Bu, elbette Türkiye’yi suçlama gerekçesi olamaz ama son yıllarda ümmet kavramının arkasına sığınılarak kapıların her gelene açılmasının üzerinde düşünmekte fayda var. Bu eylem Türkiye’de de yapılabilir, bugün Rusya’nın yaşadığı travmayı Türkiye de yaşayabilirdi. 

Sığınmacılara yönelik bu açık kapı politikası, biraz din anlayışı ile ilgiliyse biraz da –milli/ulus devlet karşıtlığı ile ilgili. Bunu anlamak için IŞİD/El KAİDE çizgisinde olan yazı ve kitaplara bakmak kafi.  

Suud Televizyonu 30 yıldır içeride  tuttuğu Velid Es-Sinani isimli kişiyle bir röportaj yapmış. Verdiği cevaplar, bugün IŞİD ve benzeri örgütlere hakim olan din anlayışını yansıtıyor. Mesela “terörün yanlış olduğunu kim söyledi, İslam terörü emreder” diyor ve buna El-Kaide ile IŞİD’in eylemlerini örnek gösteriyor. Hükümdar Tağut (azgın,Allah’tan başka tanrı edinen) ise tüm ordu ve askerleri de(Müslüman da olsalar) tağuttur…Taliban, Karzai ve askerlerini tekfir ediyor ki bu doğrudur.” diyor. Böylece imanı kişiye hasretmek yerine yönetenin inancına bağlıyor ve onunla eşitliyor. Daha şaşırtıcı olanı, bu kişinin ümmet kavramı üzerinden vatandaşlığa karşı çıkması, diyor ki “Vatandaşlık denilen ayrım tamamen batıldır. Allah bunun üzerinde hiçbir delil indirmemiştir. Ki bu, tağuti sistem yasaları üzerine bina edilmiştir. Vatandaşlığı olan kişiler Rafizi, Batıni, Hıristiyan, en kafir de olsa bazı haklara sahip olacak ama Müslüman vatandaş değilse o haklara sahip olmayacaktır. Bu  İslam ülkelerini bölen bir anlayıştır. Batıl ve tağuttur.” Burada modaretör   dayanamayarak devreye giriyor; “Velid, hangi çağda yaşıyorsun” demek zorunda kalıyor. Velid 29 yıllık zindan hayatı boyunca sadece sekiz kitap okuduğunu, bunların Kuran, Buhari ve Müslim’in hadis kitapları iki ayrı tefsir ve Ebu Davut’un Sünen’i olduğunu söylüyor. Çocuklarını okula göndermiyor. Suud yönetiminin bu fikirleri bırak, maaşını al bir köşede otur teklifini kabul etmiyor, moderatör’ün sadece sekiz kitap okuyup gidip insanları kesiyorsunuz eleştirisine,” laikleri kesiyorlar. Hak için insan kesene teşekkür edilmeli” diyor.  

Bu sakat ve hastalıklı din anlayışı, en büyük zararı İslam’a veriyor. Onu, bir hayat rehberi olmaktan çıkarıp, savaş ideolojisi haline getiriyor. Dünyayı anlamadan dinin anlaşılamayacağını, imanın toplumsal bir durum değil, bireysel bir durum olduğunu idrak edemiyor. Kuran’da olmayanı yok kabul ediyor. İlk İslam toplumunu tarihin sonu olarak görüyor ve hayatın orada donduğunu sanıyor. 

Bu din algısının Türk Müslümanlığında bir karşılığı olmaz. Ancak hiçbir etkileşimin olmayacağını söylemek de makul değil. Bazılarının, Anadolu’nun Türklere değil de ümmete ait olduğuna dair söylemleri, ülkeye sadece insan transfer etmediğimizi, bazı radikal görüşlerin de taşındığını gösteriyor. Ümmeti vatandaşlığın karşıtı görmek, bireysel mülkiyeti reddetme sonucuna götürür. Bireysel mülkiyet de, toplumsal mülkiyet de haktır. Vatan dediğimiz şey toplumsal mülkiyettir, tapusu,  bedelini kanıyla, canıyla ödeyenlere aittir. 

Bu terör eylemi, en çok taşıdığı imaja ve Filistin’e yönelen ilgiye zarar verecektir. Söz konusu Müslümanlıksa, İsrail Filistinlileri buldozer gibi ezerken niçin İsrail değil de Rusya? İslam ve İslam dünyası bu uzaktan kumandalı örgütlerin tasallutundan kurtulmadıkça İslam’ın “gönül fethine” çıkmış mesajı hep gölgede kalacaktır.