Harp Akademileri, Milli Güvenlik Akademisinin düzenlediği (1999) ve ikinci olduğum, “Milli Güç Unsurlarımız” konulu makale yarışmasında, işlediğim unsurlardan birisi de nüfus gücüydü.

Ankara Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden hocamız, Prof. Dr. H. Köni’nin verdiği bir örnek çarpıcıydı. Demişti ki, “…arkadaşlar nüfus öyle bir güçtür ki, ABD Çin’e atom bombası atsa, küllerin arasından sağ çıkabilecek her bir Çinli bir ABD’linin gırtlağına sarılsa, yeter.” Tabi bu ironik bir örneklemeydi…

Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçenlerde vurguladığı doğum oranımız çok hızla düşüyor feryadı önemliydi. Lakin bu feryattan daha önemlisi Türkiye’nin bugünlere gelmesinde hiçbir emeği olmayan, Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine gönül bağı bulunmayan nüfusun da her geçen gün artmasıdır. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara eyvallah da 18-50 yaş arası erkeklerin kendi vatanları için kılını kıpırdatmadan burada “üremeyi sürdürmesine” ne demeli? Sadece sosyal medya geyikleri değil, devletin resmi istatistikleri de bunu söylüyor.

Osmanlı döneminde yapılan sayımlar, çok sağlıklı olmasa da nüfusa dair fikir vermektedir. 1874 yılında yapılan genel nüfus sayımında Osmanlı nüfusunun 29 milyon, Anadolu nüfusunun 12 milyon olduğu açıklanmıştı. Cumhuriyet döneminde yapılan sayımlarda ise; 1927 yılında 13,6 milyon olan nüfus, 1950 yılında 20.9 milyona, 1980 yılında 44.7 milyona, 2000 yılında 67.8 milyona ve nihayet 2023 yılında 85.4 milyona ulaşmışken, özellikle son yıllarda nüfus artış hızı dramatik bir şekilde gerilemeye başladı.

Avrupa ile kıyaslandığında Türkiye’nin bir zamanlar nüfus ölçeğinde en övündüğü ve gurur duyduğu husus, 35 yaş altı nüfusuydu. Son zamanlarda maalesef ve maalesef burada çok ciddi mevzi kaybettik. Bunun bütün kesimlere ve sektörlere doğrusal bir yansıması vardır, olacaktır.

Tarımsal üretimle uğraşanların yaş ortalamasının 60’a dayanması imdat diyor ama işte amanın cevabı yok… Neden? Öte yandan kahvehane, kafe gibi yerlerde ise yaş ortalaması tahminen 30’un altında… Neden?

Güç, kuvvet isteyen üretim sahaları yaşlılara, hiçbir emek istemeyen dinlenme, eğlenme alanları gençlere kalmış… Aile yapısındaki değişimle, ihtiyarlar da huzurevlerine. Burada Atatürk’ün bir sözü kalıp gibi oturuyor. “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”

Böyle giderse ve uzun vadeli kalıcı tedbirler alınmazsa, 2050 yılı civarında babası veya dedesi Türkiye doğumluların oranının %50’nin altına inebileceği iddiası ürkütücü. Ne yapılmalı?

Yazımı bir hikâyecikle bağlayayım. 1992 yılıydı, şimdi tamamı evli olan 9 kardeşten dördümüz evliydik. Bir gün, rahmetli atam ailenin ilki olarak bana serzenişte bulunarak, “… Oğlum bu ne böyle? Rızıktan korkulmaz, hepinizin çocuk sayısı benimki kadar bile olmadı…” demişti. O tarihte 4 kardeşin çocuk sayısı 7 idi ve 5 evladına üniversite eğitimi aldıran, Anadolu çiftçisi Hacı Muhtar Mirza kişinin 2 gerisindeydi… Şimdilerde rızıktan en fazla rızkı bol olanlar korkuyor dersem, abartmış olur muyum?

2024 yılındayız, doğum hızı %1,5 civarında. Türkiye bu konuda eğitici, destekleyici ve teşvik edici imkânlar sunacak programlar geliştirmelidir. Mesele, istiklal ve istikbal ise “düşünmek ya bir yol bulmak ya bir yol açmak” zorundayız. “Ya da yoldan çekilmek mi?” Maazallah, asla…

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun gelecek nesillere yatırım yapanlara…