Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın sloganlaştırdığı “Dünya beşten büyüktür!” fikri mevcut dünya düzenine itirazın ifadesidir. Aslında BM Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesinin (ABD, Rusya, İngiltere, Çin, Fransa) çifte standartlarına karşı dünyanın ekser çoğunluğu da tepkilidir. Sadece BM ve onun alt komisyonları değil NATO, Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar da bu tepkinin muhataplarıdırlar. Zira BM 2018 yılı raporuna göre dünyada açlık nedeniyle her 10 saniyede bir çocuk ölüyor, 5 yaşın altındaki 155 milyon çocuk kötü besleniyor, 2 milyarın üzerinde insan açlıkla boğuşuyorsa, bu tepkilerin sebebi daha iyi anlaşılmaktadır. Buraya "dünya kabadayılarının" sebepsiz yere katl ettikleri milyonlarca insani, harabeye çevirdikleri ülkeleri, şehir, kasaba ve köyleri de ilave edersek bu itirazın hatta bir zorunluluk olduğu görülecektir.

Dünya bu itirazla ortak bir duyarlılık sergilemektedir. Lakin zulme karşı gösterilen bu itiraz aynı duyarlılığın ifadesi olsa da burada itiraz edenlerin duygu ve hissiyatları aynı değildir. Zira asırlardır mazlumiyetleri devam edenlerin duygu ve hissiyatı ile tarihin bütün dönemlerinde önemli roller üstlenen, bu gün ise mazlumların sırasında yer alan Türk milletinin tepki ve refleksleri farklıdır. Çünkü insanlığa musallat olmuş bu azgın azınlık Türk milletinin misyon ve reaksiyonlarını kendileri için tehdit olarak görmekte ve bu sebepten en sinsi oyunlarını ona karşı oynamaktadırlar.

Şimdi bu gerçeği göz ardı etmek sadece Türk milletine karşı ihanet değil hem de insanlığa karşı vefasızlık olurdu. Çünkü ilahlık iddiasında olan azgın azınlık dünyayı hep yalan algı operasyonları ve sinsi manipülasyonlarla ayrıştırdı, savaştırdı ve yönetti.

İşte aynı yöntemlerin gölgesinde yenidünya düzeninin ayak sesleri en yüksek perdeden duyulmaktadır. Bu düzeninin insanlığa ne vereceği müphem olduğundan ilk önce onun fitne ve şerrinden korunmak gerekiyor. Bu ise teknolojinin imkânlarından, hukukun koruyucu adaletinden ve milli kaynaklarının fırsatlardan yararlanarak yapılabilir. Yoksa kendisine faydası olmayanların başkalarına da yararı dokunmayacaktır.

Bu anlamada hayatı tümden etkileyen teknolojinin baskısı ile insani ilişkilerin zayıfladığı, paranın mahiyet değiştirdiği, devletlerarası bağların inceldiği yenidünya düzeninde ülkeler kendi içine kapanmaya yöneliyorlar. İşte bu kendine kapanma sürecini teknolojik yatırımlar, adil hukuk sistemi ve milli kaynakların tasarrufu ile devam ettiren ülkeler başarıya ulaşacaklar. Artık iç dinamiklerini harekete geçirmek toplumlar için milli mücadeleye dönüşmektedir. Bu yüzden ülkelerin güvene bileceği en sağlam mercii de kendi imkân ve potansiyelidir.

Toplumsal entelekti hareke geçirmek, hukuk ve teknoloji alanlarını geliştirmek, milli kaynakları bu yönde tasarrufa tabi tutabilmek ise demokrasi ve bireysel özgürlüklerin teminatı ile mümkündür…

Hal böyleyken bizim de bir Türk olarak Türkiye, Azerbaycan ve diğer Türk devletlerinde yaşananlara duyarsız kalmamız düşünülemez. Türkiye’de yaşanan hukuk ihlalleri, inanç üzerinden yapılan kutuplaştırmalar bizim gibi Türkiye sevdalılarını da üzmektedir. Milletin virüs belası ile savaştığı bir zamanda siyasi ayrımcılık uğruna Büyük Şehir Belediyelerinin halka yaptığı yardımları engellemekse üzücü olan bir başka durumdur. Oysaki gereken şey milletin bütün kurumlarını bu yolda seferber etmektir…

Lakin Parlamentosu’nun yetkileri kısıtlanmış, kaderi bir kaç insanin iradesine mahkûm edilmiş, “bizsiz ülke batar” fikrine teslim olmuş bir Türkiye, maalesef Azerbaycanlaşan bir Türkiye’dir. Öyle bir Azerbaycan ki, onca zenginliğe rağmen insanları açlıkla mücadele etmektedir. Öyle bir Azerbaycan ki, dünya virüs tehlikesiyle hapishaneleri boşaltırken orada İlham Aliyev iktidarı muhalefetçileri hatta onun liderlerinden olan Tevfik Yakuplu’yu hapse atmaktadır. O Azerbaycan ki, milletin servetini babalarının mirası gibi savuran Aliyev rejiminin azgınlaşmış memurları orada başkalarına yaşam hakkı tanımamaktadır. O Azerbaycan ki, orada Ana muhalefet liderlerinden olan Ali Kerimli’ye yıllardır yurt dışına çıkma yasağı koymak, iletişim bağlantılarını keserek onu dünyadan tecrit etmek sıradan bir olaydır..

İşte bu sebeplerden dolayı biz Azerbaycanlaşan bir Türkiye demekteyiz. Oysaki, halklarımızın özleminde -Türkiye’nin yardımı ile- demokratikleşen bir Azerbaycan ve bu yolda şahlanacak bir Türk dünyasının hayali vardı. Bu hayal hem de demokrasiyi hâkim kılarak toplumsal dinamikleri harekete geçiren, ilmi ve teknolojik başarılara yönelen, Türk dünyasını da bu yöne istikametlendiren bir Türkiye hayali idi.

Çünkü dönüşen dünyanın tek seçeneğidir bu yol. Çünkü demokrasi sadece düşünceleri ifade etme aracı değil hem de toplumu geliştirme vasıtasıdır.

İşte bu yüzden hukukun üstünlüğünü temin eden, teknolojik yatırımlara önem veren ve milli kaynaklarına sahip çıkan ülkeler gelişmektedir. İşte bu yüzden, bu gün Türk ve İslam dünyası da virüs belasının çaresini Batıdan beklemektedir. Bu yüzden gâvur dediğimiz ülkelerin iki dudağı arasından çıkan kararlara kulak kabartmaktayız. Bu yüzden ülkelerimizde bulamadığımız hukuk ve adaletin ne demek olduğunu buralarda öğreniyoruz. Oysaki, başımızdaki diktatörler kabul etmeseler de biz de insanız. Bizim de insanca yaşama hakkımız vardır. Bizim de haklarımızı savunma yetkimiz vardır.

Bizim de sormak ve sorgulamak hukukumuz vardır…

Şimdi bu sorunun muhatlarına soruyorum- acaba biz de kültür mirasımızdan beslenerek evrensel hukuk ilkeleri bulamaz mıyız? Hayatı şekillendiren bilimsel ve teknolojik buluşlara imzamızı atamaz mıyız? İnsanlığı tehdit eden global felaketlere karşı çareler üretemez miyiz?

Acaba Amerika, İngiltere hukuktan anlar Türkiye, Azerbaycan anlayamaz mı?

Batı sağlık sistemini geliştirenler zekalı biz zekadan yoksun muyuz? Batı dünyayı değişecek teknolojiler bulurken biz neden çağın gerisindeyiz? Amerika, İngiltere,

Almanya bu dünyanın, Türkiye, Pakistan, Azerbaycan başka bir dünyanın mı sakinleridir?… Sahiden onlar yer kürenin öz, biz ise üvey çocukları mıyız?

NOT: Türk ve İslam dünyasının mübarek Ramazan ayını kutluyor ve insanlığa hayırlar getirmesini temenni ediyorum.