İslam'ın siyasallaştırılması, sadece bunu bir politika biçimi haline getirenlerin hırs ve yönetme arzularından kaynaklanmıyor. Bu biraz da, İslam dünyasında dinsel ve siyasal düşüncenin iç içe geçerek kurumsallaşmasından kaynaklanıyor. Peygamberin hem Allah'ın elçisi, hem de devlet başkanı olması, sonrakileri de din ve devlet otoritesinin -tek elde toplanması- gerektiği sonucuna götürmüştür.

Oysa dinin hedefi insandır. Peygamberin yaşadığı bir çağda -onun üstünde ve önünde- başka bir fani olamayacağı için her türlü sorunun cevabının onda aranması ve ondan beklenmesi normaldi. Devletsiz bir toplumu, -din kardeşliği- etrafında bir araya getirmek, onu siyasal mekanizmanın da merkezine taşımıştır.Bu, bir din etrafında bir toplum kurucusu olmanın tabii bir sonucuydu.

Ancak bütün Müslümanlar açısından bağlayıcı olan onun diyani tasarruflarıdır. Çünkü, din mutlak ve değişmez olanı temsil ederken, siyaset değişken olanı temsil eder.Cabiri'ye göre,siyaseti belirleyen şey, kişisel veya sınıfsal çıkarlardır.Dinin bu zemine kayması özünü ve ruhunu yitirmesine neden olur. Siyaset tabiatı icabı, farklı grupları temsil iddiasında olduğu için ayrıştırıcı, bloklaştırıcı olabilir. Halbuki din, ayrıştırıcı değil, birleştiricidir.İslam, mutlak olarak birleme dinidir,inanç, toplum ve uygulama yönünden birleyici, birleştiricidir.Siyasetin ruhunda ise farklılıkları temsil vardır. Siyasete alet edilen din de bu yanını kaybederek ayrıştırıcı bir hüviyete bürünür.Nitekim İslam'ın ilk yıllarında toplumu bütünleştirerek, köklü bir algı ve zihniyet değişimi gerçekleştiren İslam, izleyen yıllarda İslam'dan önce süregelen Emevi-Haşimi çekişmesinde birbirleriyle çatışan siyasi kesimlerin kullandığı bir araç işlevi görmüştür.

Dünü taklit ederek bugünün dünyasına ayak uydurmak, hele yön vermek mümkün değildir.Bugünün temel sorunlarından biri budur, Müslümanların bir türlü kendi dönemlerinin, çağlarının insanı olamamaları, geçmişe taşınmaya, yahut geçmişi bugüne taşımaya çalışmalarıdır. M.Evkuran, Sunni Paradigmayı Anlamak isimli eserinde, "siyaset felsefesi açısından en büyük yanılgı, belirli bir tarihsel dönemde ortaya çıkan devlet biçimi yahut yönetim tarzını evrensel bir model almak ve bu modeli ölçü alarak yargılamalarda bulunmak olduğunu" söyler.Bu tespitten hareketle de, "bir siyasi iktidar tipini anlamanın en vazgeçilmez yollarından biri, o çağın iktidar aygıtına yüklediği anlamı tespit etmektir," der.

İslam dünyasında, hilafet meselesi etrafında yapılan tartışmaların bir nedeni budur. Kendi çağının insanı olmak, ona göre alternatifler geliştirmek yerine, hilafetin evrensel bir model olduğu yanılgısıyla ona saplanılmış, dinle bu model arasında ilişki kurularak, din siyasal ve sosyal gelişmelerin önüne bir duvar gibi konulmuştur. Bu ve benzeri tutumlar hem yeni siyasal modeller oluşturmayı engellemiş, hem de bir kamu hukuku oluşmasına mani olmuştur.Halifeye dokunmamak, iktidarı zorla ele geçireni bile meşru görmek İslam dünyasını yönetim felsefesi bakımından çağın gerisine atmıştır. Gerçekte hilafet İslam'ın bir önerisi değil, yaşanan çağın ve o günkü toplumsal kültürün bir önerisidir. Dini bir kurum değil, kültürel bir kurumdur. Bir kamu hukuku oluşmamasının bir başka sebebi de, yönetenlerin kendilerini sınırlayacak bir hukuk düzenine rıza göstermemeleri, her şeyin iki dudakları arasında olmasını istemeleridir.

Evkuran, dinin siyasallaştırılmasıyla, Kur'an'ın en temel ve merkezi konusu olan Allah-insan ilişkisinin,sultan-birey ilişkisine çevrildiğini söyler.Bu bakımdan dinin asli işlevini yerine getirmesi, ancak siyasetin pençesinden kurtarılmasına bağlıdır. Bu olmadığı takdirde, din,Allah'ın insana bir mesajı olmaktan çıkarak, siyasi bir çağrıya dönüşecek, muhterislerin elinde -her türlü muhalefet hareketini ezen- bir ikbal aracı haline gelecektir.

Not:Bu vesileyle bütün okuyucularımın ve gönüldaşlarımın Berat kandilini kutlar, ülke ve milletimize huzur ve adalet getirmesini dilerim.