Meslek olarak çok isteyerek seçtiğim ve 17 yaşından gün almadan mezun olduğum öğretmen okulundan sonra sabırsızlıkla yaşımı büyüterek ilk görev yerime atandım.

Meslek olarak çok isteyerek seçtiğim ve 17 yaşından gün almadan mezun olduğum öğretmen okulundan sonra sabırsızlıkla yaşımı büyüterek ilk görev yerime atandım. Atandığım köyüme gelip öğretmenliğe başladığımda inanılmaz heyecan ve etik değerlerle yüklüydüm.

Dünyayı değiştirmeye hazırdım.

Ne köye atanan ilk bayan öğretmen oluşum ne birleştirilmiş sınıflar ne okulun hem öğretmeni hem müdürü oluşum ne de okulun bakımsız hali, köyümün şehre uzaklığı beni hiç korkutmuyordu.

Dedim ya, elimde sihirli bir değnek dünyayı değiştirmeye hazırdım.

Okulumuzun badanasını, temizliğini, bahçenin düzenini köy halkı ve öğrencilerimizle birlikte yaptık.

Artık okulumuz hazırdı, kayıtlara başlayıp öğrencilerimizi bekleyebilirdik.

O zamanlar öğrencilerin her biri için "ruhsal dosya" diye bir dosya tutulur ve bu dosyaya öğrencinin okula başladığı günden, okulu bitirinceye kadar ki tüm gelişimleri kaydedilirdi.

Yine kayıt yaptığım bir gün, veliye "ruhsal dosya için (o gün için geçerli olan) bir lira vermeniz gerekiyor." dedim.

-Yok, dedi.

Benim gibi, hiç yoksulluk nedir bilmemiş, her şey kendisine tepsi içinde sunulmuş biri olarak anlaşılması, inanılması zor bir cevaptı.

- Nasıl yani dedim, insanda bir lira da olmaz mı?

- Sende çoksa yoku bilmezsin dedi.

Aldığım cevap, her ne kadar öğretmende olsam 17 yaşın tecrübesizliğinde bir tokat gibi yüzüme çarptı.

Onun bir lirasının olmayışına mı, bunu açıklamak durumunda bıraktığıma mı velhasıl hangisine üzüleceğimi şaşırdım.

Siz hep öğretmenler bir şey öğretir sanırsınız di mi?

O gün okuması yazması olmayan bu bilge bir kişilik, okullarda öğrenemeyeceğim o kadar çok şey öğretti ki bana…

Ön yargılı olmamayı, empati kullanmayı, insanları önemsemeyi, dinlemeyi, anlamayı daha neler, neler...

O günü hiç unutmadım.

Ondan sonraki öğretmenlik yaşamım boyunca öğrencilerimi, sevgi, saygıya dayalı, çağın bilgi birikimine sahip, bilgisini yaşamında kullanabilen, empati duygusu gelişmiş, önyargılardan uzak, cumhuriyet, demokrasi düşüncesi gelişmiş, Atatürk İlke ve Devrimlerini, önce insan felsefesini benimsemiş, inançlara saygılı, geleneksel değerlerine bağlı, ülkesini seven bireyler olarak yetiştirmeye adadım.
    
Eğitim ve öğretimden kastımız, daha bilgili, daha akıllı ve daha ahlaklı bireyler yetiştirmek olmalıdır.

Epiharmus adlı filozof der ki "insan düşünce ile görür ve duyar. Her şeyi düzene sokan, başa gelip yöneten bilgi ve iyi ahlaktır. Geri kalan her şey, kör sağır ve dilsizdir."

Şurası muhakkak ki, çocuklarımızı ezberciliğe dayalı, uygulama şansı olmayan bir eğitim sistemiyle onları pısırık, özgüvensiz, bazı şeyleri denemekten korkar hale getiriyoruz.

Gerçek öğrenme yaparak, yaşayarak ve uygulayarak öğrenme biçimidir.

Ezbere bilmek, bilmek değildir.

Pratik hayatta işe yaramayan, gereksiz bilgilerle dolduran, düşünmeyi yok eden ve sorgulamayı geliştirmeyen, ideal aşılamayan, hedef göstermeyen, hatta kültürel ve manevi değerleri geliştirmeyen bir eğitim sistemi olamaz.

Kısaca bireylerin yetenekleri ile birlikte ahlaklarını da geliştirmek gerekir.

Çocuklarımızın çok küçük yaşlarda, başkaları için değil, kendileri için, dürüst ve ahlâklı olmayı öğrenmeleri gerekir.

Ruhumuz hiç bir şeyi, başkası görsün diye yapmamalı.
Her şey içimizde hiç bir gözün görmediği en gizli yerimizde olup bitmelidir.

Öğrencilerime hep söylediğim bir şey vardı.
Gecenin ikisinde, sizi hiç kimsenin görmediği, trafik polisi, trafik kameralarının olmadığı bir yerde yanan kırmızı ışıkta durabiliyorsanız, sizi kimsenin kontrol etmesine ihtiyaç yoktur.
En iyi kontrol mekanizmanız kırmızı ışıkta durmanızı gerektiren vicdanınızdır.

Vicdanımız, ruhumuz, iyi ahlakımız, bizi ölüm korkusundan, her türlü kötülükten, günah ve acılardan hatta yüzkarası davranışlardan korur.

Vicdanımız her zaman ele verdirir bizi, kendimizle savaşmaya, bizi tanık yokluğunda bile kendimize karşı tanıklık etmeye zorlar.

Uyurken, uyanıkken bile.

Vicdanımız eğer suçluysak, içimize korku saldığı gibi, eğer suçsuzsak iyiliklerle dolu bir yaşantımız varsa özgüven ve mutluluk verir.

Bizim doktora, mühendise, öğretmene, avukata, gazeteciye vb gibi mesleklere ihtiyacımızdan önce, herhangi bir ideoloji ile beslenmemiş, dürüst, ahlâklı insanlara ihtiyacımız var.

Ezberci eğitim, yanlışlıklar karşısında susan, haklarını savunmayan, sürekli ezilen bireylerden oluşan bir toplum yaratır.

Başkalarının koyduğu kurallara uyan biri haline getirir.

Birbirine tahammülsüz, kutuplaşmış toplum grupları böyle bir eğitimin eseridir.

Yaparak, yaşayarak, deneyleyerek, tecrübe edinilerek yapılan eğitimde ise özgüven gelişir, kimlik kazanılır.

Kendi dili, kültürü, inancı, milli değerlerine sahip çıkma, kişiyi kendi ile çatışır durumda olmaktan kurtarır.

“Çıkar için değil, kendimiz için" diyor Çiçero.

Böyle bir kazanç, başkalarının, bizim hakkımızdaki düşüncelerinden daha daha önemli, daha onurludur.

Bireylere meslek edindirmekten öte, ahlâklı insanlardan oluşan bir toplum yaratmak önce anne, babaların daha sonra da öğretmenlerin işidir.

Öncelikle, çocuk ve gençler,  sözlere değil, davranışlara bakar onları örnek alırlar.
Sözleriniz davranışlarınızla örtüşmüyor, çelişiyorsa, söylenenler silinip gidecektir.

Tam burada "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" diyen Mevlânâ'dan söz etmemek olmaz.

Tek tip giyim, her fırsatta askeri düzende söz hakkı tanınmayan toplantılar, her fırsatta boy sırası gibi uygulamalar, farklılık kötüdür, sürüden ayrılanı kurt kapar gibi mesajlar bireyselliği öldürür.

Öğretmenler toplumu yarınlara taşıyacak en önemli kişilerdir.

Buda sözle değil bilgi, ilkeli duruş iyi model olmakla olur.

Unutmayalım.
Her ne yaparsak yapalım, Allah'tan geldik ve bir gün ona döneceğiz.

Bir gün hak vaki olduğunda, hayatımız bir film şeridi gibi gözümüzün önümüze geldiğinde, bizim için bile seyre değer olmalı.