İstanbul seçimlerinde HDP’nin desteğini almak için Apo’dan mektup alınmış, Osman Öcalan televizyona çıkarılmıştı. İki Öcalan’ın çağrısına rağmen HDP seçmeni kendi bildiğini yapmıştı.

Şimdi aynı filim yeniden devrede. Siyasi kulislerde Öcalan’la görüşmeler yapıldığı konuşuluyor. Demirtaş’ta kendisiyle temas kurulmak istendiğini açıklamıştı. Bazıları MHP’nin böyle bir ilişkiye cevaz vermeyeceğini düşünebilir. Ama öyle değil, iki Öcalanın İstanbul seçimlerinde devreye girmesine Bahçeli itiraz etmemiş, tam tersine onay vermişti.

Dün verilen onayın bugün geri çekilmesi için bir sebep yok. Kaldı ki, MHP seçmeni AKP ile kurulan ilişki süresince öyle şeylere alıştırıldı ki, siyasete Öcalan’ın müdahalesine –lider, teşkilat, doktrin- eleştirilmez diyerek itaat edecektir. Temennim MHP tabanının bu zincirlerden kurtulmasıdır.

Yeni kitabım “Oslo’dan Habur’a Baronların Savaşı Kayıp Barış’ta” anlattım; bir ülkede milli devletten taviz verilecek, yerelleşme, belediyelerin yetkilerini artırma veya insan hakları adı altında özerkliğin yolu açılacaksa önce milliyetçilerin ikna edilmesi yahut etkisizleştirilmesi gerekiyor. Dünyada benzer sorunları yaşayan ülkelerde önce milliyetçi direnç kırılmış sonra da milli devlet ameliyat edilmiştir.

MHP, AKP ile ilişki kurarken kimliğini koruyarak ilişki kurmadı. Kimliksizleşerek iktidarla ilişkiye girdi. Bahçeli’nin daha fol yok yumurta yokken “adayımız belli” diye meydanlara inmesi, partisinin politikalarını bir yana bırakarak Erdoğan meddahlığına soyunması, milliyetçiliği Erdoğancılığa feda etmesi Erdoğan’ın arzularından farklı bir siyaset izleyemeyeceğinin karinesidir.

Hele Sinan Ateş cinayetinden sonra bu hiç mümkün değildir. Erdoğan MHP’yi kapı dışarı etmediği müddetçe Bahçeli’nin biz yokuz deme imkanı yoktur. Çünkü Sinan Ateş cinayeti MHP’deki bazı isimlere dayanmış, Bahçeli’yi de o isimlerle yakınlığı nedeniyle yargının muhtemel muhataplarından biri haline getirmiştir. Grup toplantısında Bahçeli’nin “ülküdaşlarımı feda etmeyeceğim” şeklindeki ifadesi aslında o ülküdaşlarından çok kendini savunmasıdır.

Siyasi partiler birbirleriyle ilişki kurabilir, ittifaklara girişebilir, tehdit ve tehlikelerin boyutlarının büyüdüğü dönemlerde her türlü farklılığı bir tarafa bırakarak bir araya gelebilirler. Bunda yadırganacak bir durum yok. Ancak bu birliktelikler ancak ülkenin selameti, birliği, menfaati için olabilir. Vatan toprağı üzerinde pazarlık yapmak üzere  birlik oluşturulamaz. Her parti ile konuşulabilir ama hiçbir parti ile milli devletin vasfını değiştirmek, bayrağını, tekliğini, bütünlüğünü bozmak konuşulamaz!

Öcalan’ın ne istediği belli,  PKK’nın varlık nedeni, önce ayrı bir devlete giden yolu açmak, sonra da şartlar müsait olur olmaz bunu gerçekleştirmektir. PKK ile yapılan her pazarlıkta PKK bu stratejiye göre hareket etmekte, taleplerini buna göre yapmaktadır. Bu bilindiği halde her seçim öncesi  Öcalan’ın kapısını çalmak aymazlıktır. Bu,  Örgütün moral motivasyonunu artırmakta, hedefine  varacağına dair inancını pekiştirmektedir.

Muhteris siyasetçiler yüzünden, askerin canını ortaya koyarak  gardını düşürdüğü örgüt, bu pazarlıklar sayesinde yeniden canlanmakta, yeniden umutlanmaktadır. Bir ülkede milliyetçiler hadımlaştırılmadığı müddetçe bölünmeye gidecek bir yol yoktur. AKP’nin peşine takılıp buna cevaz vermek milliyetçileri bu vebale ortak etmektir.  Çok şükür ki MHP, bugün artık milliyetçileri temsil etmiyor;milliyetçilikten Erdoğancılığa evrilenleri temsil ediyor.

Not: Geçen “Karne Hediyesi” başlıklı yazımda karnesi iyi olan bir çocuğa annesinin 3 parça pirzola aldığını yazmıştım. Haber kurgu çıktı, okuyucularımdan özür diliyorum. AKP’nin yöntemlerini kullanarak onunla mücadele edilmez, onun gibi olunur.