“Kabahati gelin etmişler de kimse kabul etmemiş” ya da “Suçu gelin etmişler de hiçbir güveyi almamış” gibi millet irfanımızın çıkardığı anlamlı, ibretlik pek çok sözümüz var. Var amma gelin görün ki bunlardan nasiplenecek ne insanımız ne siyasilerimiz ne de kurum ve kuruluşumuz var!

“Asrın felaketi” diye adlandırılan bir deprem felaketi yaşadık. Allah daha beterinden ve benzerlerinden korusun. Korusun da elbette ders alırsak koruyacaktır. Çünkü başımıza gelenler kendi ellerimizle yapıp ettiklerimiz yüzündendir. (Şura Suresi, ayet 30)

Gelin görün ki başta siyasilerimizin ve elbette iktidar mevkiinde olanların ders, öğüt, ibret, akıl almaya hiç ama hiç niyetleri yok. Onların bu zihniyet ve davranışları dalga dalga yayılarak taraftarlarını da etkiliyor ve artık din iman, kitap Kur’an hepsi unutuluveriyor. Bu unutkanlığımız, vurdumduymazlığımız, sen ben kavgalarımız sürerken hemen aynı bölgede bu defa büyük bir sel felaketine uğradık.

Zemin etüdü yapılmadan, yumuşak zemin, dere yatağı hatta fay hattı demeden dikilen devasa binalar, yollar, köprüler, alt – üst geçitler hem depremle hem de selle ters yüz olup gittiler. Zarar yalnız mala gelse iyi idi de resmî açıklamalara göre 50 bin, başka iddialara göre daha da fazla can gitti.

Yukarıya aldığım ayet hükmü gereğince başımıza gelenler “Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimiz” yüzündendi ama kabahati üstüne alan bir Allah’ın kulu çıkmadı. 21 yıldır ülkeyi yöneten iktidar, “Biz kentsel dönüşüm yapacaktık da muhalefet engelledi” diyerek işin içinden sıyrılacağını düşündü. Bir araştırmacı gazeteci olarak bunu, AKP döneminde üst düzey bürokrat ve milletvekili olarak da görev yapan yani bu işleri bilen bir arkadaşıma sordum. İşte verdiği cevap: “Abi, o kısım tamamen hikâye. Türkiye’de gerçekten riskli yapılara yönelik kentsel dönüşüm yapılmıyor ki! Daha çok rantı yüksek bölgelerdeki eski evlerin yerine çok katlı binalar dikmek şeklinde oluyor. Adı kentsel dönüşüm ama yapılan binalar fiyakalı görünüyor o kadar!”

Durum bu iken siyasilerimiz kabahati birbirlerine atmak isterlerken ağızlarından çıkanları kulakları duymuyor ya da danışmanlarının yazıp önlerine koydukları yalan yanlış ifadeleri dillendiriyorlar. Geçmişine bakarak en itidalli konuşması gerektiğini sandığımız Devlet Bahçeli’nin şu ifadesine bakar mısınız?

"Hiçbir felaket tarihi yürüyüşümüzü sekteye uğratamayacaktır!.."

Allah Allah! Felaketlerin siyasî rakip ya da dış güç gibi gösterilmesi olacak iş değil. Bununla da kalınmayıp aynı açıklamada, yaşanan bu felaketler, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini desteklemek için siyasete alet edilmektedir.  MHP Milletten ve kendi camiasından daha fazla kopmadan gereğini yapmalı, işe de metin yazarları ile hitap tarzını değiştirmekle başlamalıdır. Türk Milleti için ümit vadeden bir hareket bu hale düşürülmemeli; çok yazık, çok!.

Ya Tarım Bakanı Vahit Kirişçi’nin şu ifadesi?

"Sel 15 canımızı aldı ama toprak suya kavuştu!.."  (16 Mart akşamı Habertürk TV)

Kuraklığı önleyip toprağı suya kavuşturmakla görevli bir Bakan’ın bunun tedbirlerini almak yerine yaşanan sel felaketi ile bilmem kaç canın feda edilmesini kurtuluş gibi görmesine söyleyecek bir ifade bulamıyorum; yalnızca yazıklar olsun deyip geçeyim.

On – on bir ilimizi etkileyen deprem ve sel felaketlerine AFAD ve KIZILAY’la birlikte başta Ankara, İstanbul, İzmir, Konya Büyükşehir Belediyeleri ve pek çok Sivil Toplum Kuruluşu ile yüzlerce, binlerce gönüllü katıldı. Ancak ne var ki her şeyin iktidar tarafından yapıldığını, bütün yardımların “Cumhurbaşkanı’nın talimatlarıyla” ulaştırıldığını hissettirmek isteyen çarpık bir zihniyet saliselerle, saniyelerle yarışarak yapılması gereken müdahalelerin gecikmesine sebep olmakla kalmayıp hemen seferber olarak oralara koşan belediye ekipleri ile Sivil Toplum Kuruluşları ve gönüllü kişilerin morallerini bozdu.

AKP’li eski bir kadın milletvekili, ekibiyle yardıma koşan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na teşekkür etmek varken kovmaktan beter ediyor, hakaretler savuruyordu. Kahraman Maraş Belediye Başkanı’nın, bin kişilik ekibi ve çok sayıda iş makinesi ile valilikten de izin alarak beldesinin hizmetin koşan Mansur Başkan’ı görmezden geldi, televizyona çıkıp “Haberim yok” diyebildi. Bunların akılla, iz ’anla izah edilecek bir tarafı yok.

Bölgeye ulaştırılacak yardımlar için stratejik önemde olan Hatay Hava Alanı’nın tamiratı konusunda gayret gösteren Ankara Büyükşehir Belediyesi ekiplerinin çalışmaları yok sayılıyor ve bizzat Cumurbaşkanı Yardımcısı tarafından “Siz kim oluyorsunuz” diye azarlanıyordu. Sayın Cumhurbaşkanı da “Partili” kimliğini bir tarafa bırakıp yardıma koşan muhalefet belediyelerine teşekkür etmeli, hatta çalışma yapan ekiplerinin yanına giderek takdirlerini bildirmeliydi, o da olmadı. Bu tür felaketlerde hep ön planda gördüğümüz KIZILAY adeta geri plana itilip AFAD’ın gölgesinde bırakılmıştı. Yalnızca bununla da kalınmayarak KIZILAY’ın kötü bir yönetimle amacı dışına çıkarılıp adeta intihar ettirildiğini de bu vesile ile öğrenmiş olduk.

Atatürk'ün ölüm döşeğinde bile Anavatan'a katmak için uğraştığı güzel şehir Hatay (Sınırdaki Ay)'ın Valisi ve İl Sağlık Müdürü Milletvekili adayı olabilmek için istifa etmişler. Bir Vali'nin felâkete uğrayan şehrini bırakıp gitmesi komutanın cepheden kaçmasından farksızdır. Orada depremzedeler kan ağlarken, yaralılar, annesiz babasız kalan çocuklar şefkat eli beklerken, ilaç ve tedavi ihtiyacı had safhada iken siyasi ikbal peşinde koşanlara yazıklar olsun. Dilerim o Vali ve Sağlık Müdürü aday gösterilmezler.

YA GÖNÜLLÜLERE ÇEKTİRİLEN ÇİLE?

İktidar eleştirilere kulak tıkamış durumda. “Sorunları birlikte aşacak, yaraları birlikte saracağız” diye güzel bir slogan var ama yalnızca sözde kalıyor, gönüllü kuruluşlara bile engeller çıkarılıyor., organizasyon tam anlamıyla sağlanamıyor. İşte bir örnek:

Leyla Sarısoy Yıldız Avukat ve aynı zamanda dağcı bir kardeşimiz, arkadaşımız. Nerede ise Türkiye’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde tırmanmadığı dağ, tepe, geçmediği vadi, viyadük kalmadı.  6 Şubat’ta yani o yıkıcı depremin olduğu ilk gün bağlı bulunduğu Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) Ankara Temsilciliği’ne başvurarak kurtarma çalışmalarına katılmak istediğini belirtiyor. Temsilcilik AFAD’a başvuruyor ve doktorlarla dağcılardan oluşan 46 kişilik ekipleriyle birlikte 07 Şubat günü saat 09.00’da harekete hazır olmaları bildiriliyor. Ancak ne var ki o gün anlayamadıkları bir sebepten dolayı hareket etmelerine izin verilmiyor. Nihayet 08 Şubat sabahında otobüsleri hazır oluyor ama çile bitmiyor. AFAD’ın kadın görevlisi bu 46 kişilik donanımlı ekibi tam iki saat boyunca otobüse bindirip hareket ettiremiyor, defalarca in – bin yapılarak hem vakit kaybediliyor hem de bir an önce görev yerlerine ulaşmak için sabırsızlanan gönüllülere adeta işkence ediliyor. Sonunda görev yeri olarak belirlenen Antakya’ya ulaşıyorlar ama aksaklıklar peşlerini bırakmıyor. Oradaki AFAD görevlileri, “Güvenliklerini sağlayamayacaklarını, çadırlarını kurmak için de uygun bir yer gösteremeyeceklerini” söylüyorlar. Dağcı ve doktorlardan oluşan bu gönüllü ekip iyi niyetli olarak bölgedeki güvenlik görevlilerinin depremzede olduklarını, diğer bölgelerden gelecek polislerin de henüz intikal edemediklerini düşünerek başlarının çaresine bakıyorlar ama o da ne? Karşılaştıkları bazı polislere sorduklarında, “Depremin ilk günü 150 kişilik bir ekip olarak İstanbul’dan gelmiş olmalarına rağmen anlamadıkları bir sebepten dolayı AFAD İl Müdürlüğü’nde bekletildiklerini” söylüyorlar. Sonunda o polislerin yol göstericiliği ile Atatürk Parkı’na gidip kamplarını kurarak arama kurtarma çalışmalarına başlıyorlar. Yani, en geç 07 Şubat 2023 akşamı başlanabilecek olan bu özverili çalışma organizesizlik ve görevlilerin iş bilmezlikleri yüzünden ancak 09 Şubat sabahının erken saatlerinde başlayabiliyor.

Hal böyle iken iktidar mensuplarının eleştirilere tahammül edemeyip her şeyi güllük gülistanlık göstermelerini, öfkelenip bağırmalarını anlamak mümkün değil.  Bu tavrın anlamı ancak ve ancak suç bastırmak olabilir. Doğru değil ama hadi siyaseten bazı rakiplerinize tavır koydunuz diyelim; peki yukarıda verdiğim yaşanmış örnek ve benzerleri ne oluyor? Yalnız bu örnek bile müdahalelerde geç kalındığını ortaya koyuyor. Kaldı ki Ankara’ya gelen depremzedelerden dinlediklerimiz yüreklerimizi sızlatıyor.

AFAD’ın daha önce bölgede düzenlediği çalıştaylarda deprem ve sel tehlikesi için düzenlenen raporlar olduğunu da bu vesile ile öğrenmiş olduk. Ancak kâğıt üzerinde kalan ve gereği yapılmayan rapor hiçbir işe yaramıyor ki! Dolayısıyla felaketler göz göre göre, göstere göstere gelmiş ama oralarda hiçbir tedbir alınmamış, çadır ve konteyner depolaması yapılmamış, geçici barınma yerleri tespit edilmemiş. Bunun elbette bir siyasi ve bürokratik sonucu olmalı. Gelin görün ki kimse kılını kıpırdatmadığı gibi yaygara yapan çok.

Milletimiz hiçbir ayırım yapmadan ve herhangi bir tercihte bulunmadan yardıma koşmuşken, muhalefete mensup belediyeler o partili bu partili, demeden bütün imkanlarını seferber etmişken siyasi erk sahiplerinin ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmaları hiç hoş değildir.

Türk Ocakları’nın “Biz hep birlikte Türk Milletiyiz” diye güzel ve anlamlı bir sloganı var. Milletimiz her zaman olduğu gibi yaşanan bu son deprem ve sel felaketlerinde de hep birlikte Türk Milleti olduğumuzu dosta da düşmana da gösterdi. İş milletimize kalsa yine de gösterecektir; yeter ki siyasiler gölge etmesinler!