Ülke olarak ciddi bir süreç yaşadık.

Her ne kadar zahirde bu bir seçim gibi görünse de aslında milli olanlarla milli olmayanlar, ülkenin bağımsız olmasını isteyenlerle, ABD’ye, Batı’ya köle olmasını isteyenler arasında bir kapışma oldu.

Kaybettiler; Joe Biden ittifakı kaybetti. HDPKK, CHP; FETÖ; Kandil, Soros, Kavala, Demirtaş, Öcalan kaybetti.

Ülkenin milli ve manevi değerler üzerinde ilerlemesini istemeyenler, milletimizi devamlı olarak “Cahil, koyun vb.” ifadelerle aşağılayan Şizofrenler kaybetti.

Rahmetli Aytunç Altındal, sürekli olarak halkı aşağılayan, milletten kopuk şizofrenleri, İçinden çıktıkları topluma tepeden bakan şahsiyet fukaralarını, ‘kendine’ aydın, sanatçı, yazar-çizer takımı diye pazarlayan ama aydınlıkla hiçbir ilişkisi olmayanları şöyle tanımlamıştı:

“Cahil eğitilebilir ama yobaz eğitilemez. Yobaz eğitimli olduğu halde bilgisiz ama keskin kanaatlere sahiptir. Her konuda kanaatlerini dışa vurmak ihtiyacını duyar ve kendi bilgisizliğini çoğunlukla yanlış kullandığı kelimelerle açıkladığını sanır. Yobaz radikaldir. Hiçbir karşı görüşü, anlatımı ve veriyi dikkate almaz kendi ezberini tekrarlar durur. Yobaz demagogdur. Eleştirileri dinlemez ve eleştirenleri eline geçirdiği ilk fırsatta en gaddar yollardan cezalandırarak kendisinin ne denli büyük ve yanılmaz olduğunu göstermeye çalışır. Dogmatik ve saplantılıdır. Kendine göre gerçeklik olarak kabul ettiği şablonları her konuya ve duruma göre uygular. Gerçekte aklın ve bilimin yüceliğine sorgusuz sualsiz iman etmiş bir zavallıdır o!”

Biz bu zavallıları seçimini hemen ardından gördük. Kendilerine az oy çıkan şehirlerde yaşayanlara ağza alınmayacak hakaretler ettiler. CHP’li belediyeler depremzedeleri kaldıkları yerlerden kendilerine oy vermedikleri gerekçesiyle çıkardılar. Yobazlığın en radikal durumunu sergilediler. Milletin % 52’sini “Cahillikle” suçladılar. Biz de “Cahil” hakkı bilmeyenlere denir. Hâlbuki onların cahil olarak yaftaladıkları milletin feraseti, hakkı bilmesi kendilerinden bin kat daha fazladır.

Bu yobaz ve saldırgan güruhun seçimde yenilmeleri üzerlerinde büyük travma meydana getirdi. Bunun etkisiyle saldırganlaştılar ve akıl dışı ne kadar fiil varsa sergilemeye başladılar.

Büyük travma yaşayanların başında kaçak FETÖ’cüler ve KHK ile devletten atılanlar geliyor. Bütün ümitlerini “Biden ittifakına” bağlamışlardı. Sözde onlar iktidara gelince kendileri de hainliklerinden kurtulacaklarını zannettiler. Ama ümitleri milletin ferasetine çarptı ve yıkıldılar. “Pensilvanya tetikçisi Emre Uslu, Hakan Şükür, Cevheri Güven, Adem Yavuzaslan, Ekrem Dumanlı” gibi hain FETÖ militanları bütün hainliklerini sergilemelerine rağmen sonuca ulaşamadılar. “Sedat Peker, Muhammed Yakup, Ali Yeşildağ” gibi mafya bozuntularını konuşturmalarına ve kullanmalarına rağmen millet onların yalanlarına, kumpaslarına prim vermedi.

Büyük travma yaşayanlardan biri de kadın, çocuk, bebek, asker, polis demeden 40 bin insanımızı katleden PKK’lılar oldu. Onlarda “Zillet ittifakının” kendilerine verdikleri sözlerle iktidara geldiklerinde güya serbest kalacaklardı. Bu şımarıklıkla, “Hapishane duvarlarını yıkacağız. Bütün PKK’lı dostlarımız özgür kalacak.” Naraları atmaya başlamışlardı. Onların da hevesleri kursaklarında kaldı. Suriye’de terör devleti kurma hayalleri de suya düştü.

Batı da, küresel çetelerin tetikçisi, “Economist, Der Spigel, Le Monde, Le Point, Washington Post, Charlie Hebdo…” gibi Türkiye’nin gelişmesini istemeyen gazete, dergi ve televizyonlar kaybederken içeri de onların yandaşları, “Sözcü, Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Yeniçağ, Halk TV, Tele 1, KRT, Sözcü TV, FOX TV, Babala” ve benzerleri oldular.

Siyasilerden kaybedenlerin başında ise, “Kemal Kılıçdaroğlu ve şürekâsı, Meral Akşener, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Ali babacan, Temel Karamollaoğlu, Ahmet Davutoğlu, Gültekin Uysal, Ümit Özdağ, Hüseyin Baş, Ahmet Özal, Nesrin Nas ve diğerleri” geliyor.

Kendini gazeteci olarak pazarlayan ama gerçekte belli merkezlerin paralı tetikçileri olanlar da kaybetti. Bunların başında da, “Fatih Altaylı, Fatih Portakal, İsmail Küçükkaya, İsmail Saymaz, Sevilay Yılman, Şirin Payzın, Merdan Yanardağ, Amberin Zaman, Levent Gültekin, Ruşen Çakır, Nagihan Alçı, Ahmet Taşgetiren, Mehmet Ocaktan, Taha Akyol, Cemil Kılıç, Hayri Kırbaşoğlu” gibileri gelmektedir.

Kendisini sanatçı zanneden ama gerçekte millete düşman bir zihniyet taşıyanlardan, “Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Tarkan, Athena Gökhan, Hayko Cepkin, Fazıl Say, Gülşen, Demet Akbağ, Eser Yenerler, Kadir Çöpdemir, Müjde Ar, Berna Laçin, Nuri Bilge Ceylan, Ataol Behramoğlu” gibiler de kaybedenler arasında yerini aldı.

Bence bu seçinde en büyük kayıp yaşayanlarından bir güruh da bir kısım “sözde ülkücüler!” oldu. Geçmişte ülkücü olduğunu iddia eden ama şimdilerde CHP tetikçisi kesilenlerden kaybedenlerinin başında, “Yılma Durak, Atilla Kaya, Alaattin Aldemir, Azmi Karamahmutoğlu, Selim Kaptanoğlu, Ali Baykan ve diğerleri.” Gibi isimler gelmektedir.  

Bunlar bir dönem ülkücü kuruluşlarda görev yapmış olmaktan başka hiçbir meziyeti, kabiliyeti, başarısı olmayan simsarlar gibi davrandılar. Aslında geçmişte içinde bulundukları “ülkücülük” erdemini pazarlamaktan başka bir şey yapmamış oldular.

Bu tipler,  geçmişi karanlık, Dursun Önkuzu’nun katilleri arasında olduğu bilinen, Alevi, Rafızi, komünist olduğu açık olan ve şimdilerde inançlı kesimlerin oyunu almak için kılıktan kılığa giren münafık Kılıçdaroğlu ile boy, boy fotoğraf çektirmekten asla utanmadılar.

Her insan istediği partiyi tercih edebilir. Ama bunu geçmişte hasbelkader bulunduğu mekânın sıfatıyla yapması ne kadar ahlaklı bir davranıştır?  Madem CHP’ye geçtin, o zaman kendine ait olan sıfatlarla anıl, neden kendini “Ülkü Ocakları eski Başkanı” olarak pazarlıyorsun? Kendini ifade edebileceğin bir meziyetin yok mu? Demek ki yok, o yüzden kendini “Eski ülkücü” olarak pazarlıyorsun. Menfaatin için satmadığın değer bırakmıyorsun.

Bunlardan Ülkü Ocakları başkanlığı yapan birine, “CHP rozetini yakana takarken hiç utanmadın mı? CHP tarafından katledilen ülküdaşlarımız aklına gelmedi mi? Madem CHP’ye geçtin niye Ülkü ocakları eski genel başkanı unvanını kullanıyorsun?” diye sorduğumda aynen şunları söyledi:

“Yahu Selim kardeşim, biz MHP’de bir mama bulamadık. AKP’de bir mama bulamadık. Belki burada kendimize bir mama buluruz.”

Evet, bütün gaye mama bulmak!

Yazık.

Bu tiplerin kendini ülkücü olarak tanıtmalarına sağlığında en büyük tepkiyi bizzat Ülkücülüğün fikir babası Alpaslan Türkeş göstermişti.

Ülkücülüğün banisi, fikir babası, ülkücü hareketin lideri Alpaslan Türkeş yaşanan bazı hadiselerden dolayı ülkücülüğün ancak MHP’de olabileceğini açık biçimde ifade etmiş ve bunu iddia edenlerin “Halt yediklerini” belirtmişti. O gün dile getirdiği düşünceleri aynen şöyle:

“Türk milletini kalkındıracak olan tek siyasi hareket Milliyetçi Hareket Partisidir, Ülkücülerdir.

Efendim , ben de Ülkücüyüm , Ülkücülük kimsenin tek elinde değil ,,

–  Ama ben ANAP’lıyım, Anavatandayım.

–  Efendim, ben de Ülkücüyüm, Ülkücülük kimsenin tek elinde değil Doğru Yol’cuyum, Doğru Yol’dayım.

–  Efendim, ben de Ülkücüyüm, Ülkücülük kimsenin tek elinde değil Büyük Birlik Partisindenim.

–  Ben de ülkücüyüm efendim Refah partiliyim.

Halt etmişiniz hepiniz.

ÜLKÜCÜ MHP ’de olur.

MHP’de bulunmayan ÜLKÜCÜ değildir. Gittiği yerin damgasını yer. Oradaki genel başkanın görüşüne göre yaşar, oradaki genel başkanın görüşüne göre hareket eder. Onun Ülkücülüğü kalmamıştır. Bunu böyle bilmeliyiz.

BBP bir ihanet hareketidir. Ülkücü davayı arkadan hançerleyen bir ihanet hareketidir.

Ülkücülüğü ben kurdum. Ülkücülük davasının kitabını ben yazdım.

Kitabı da nedir onun? Dokuz Işık .!

Ülkücülüğü kuran adam benim. Kitabını yazan adam benim.

ÜLKÜCÜ burada olur, MHP de olur. Ülkücülüğü kuran Ülkücülüğün babası olan adamın emrinde yanında çalışır.

Sen bana ihanet edeceksin , yalan dolanla gideceksin, başka yere parayla satılacaksın,  sonra Ülkücülük memlekette prim yaptığı için ondan da vazgeçemeyeceksin!

Efendim ben de ülkücüyüm ülkücülük kimsenin tek elinde değil..

Evet, Ülkücülük MHP’nin tekelindedir. Ülkücü olan burada olur. Ona göre hareket edeceğiz.

Avrupa’da da ihanete uğradık. Orada da buradaki haline, buradaki davranışına aldanarak sadakatle hizmet edecektir diye getirip oraya görevlendirdiğim insanların ihanetine uğradık.

Orda nitekim bölücülüğe sebep oldular, işte ayrı dernekleri var. Oradaki işçilerimizi kandırdılar sürüklediler. Bunun gibi hareketlerle karşılaştık.

Ama davamız sağlam. Davamız kutsal bir dava. Ve kendimiz ihlaslı insanlarız. Onun için içerden dışarıdan yaptıkları bütün hücumlara, çevirdikleri bütün fitnelere rağmen dimdik ayaktayız çok şükür.”

Türkeş’in açıklamalarına baktığımızda aynı ihanetlerin, aynı davranışların bugün daha da beterinin yaşandığını görüyoruz. Geçmişte ayrılanlar kendilerine has bir parti kurarken şimdikiler Ülkücü hareketi yok etmek için çalışan ve binlerce ülkücünün direkt veya endirekt katili olan CHP ile işbirliği içine girdiler. Kemal gibi bir komüniste bile “Bozkurt Kemal” deme hamakatını sergilediler.

Yaşananları akılla, izanla izah etmek asla mümkün değildir. Bunun için seçim döneminde açıkladığım gibi şimdi bir kez daha açıklıyorum:

Bu tiplere hakkımı helal etmiyorum.

Ülkücüyüm deyip, CHP’ye oy verenlere hakkımı helal etmiyorum.

Ülkücüyüm deyip, 40 bin insanımızın katledilmesini unutup, Öcalan’a, Demirtaş’a, Kavala’ya sahip çıkanlarla kol kola girenlere hakkımı helal etmiyorum.

Ülkücüyüm deyip, Biden, FETÖ, HDPKK ittifakına destek verenlere  hakkımı helal etmiyorum.

Ülkücüyüm deyip, İHA, SİHA, Savunma sanayisine karşı çıkan çakallarla işbirliği yapanlara hakkımı helal etmiyorum.   

Çünkü hiçbir ülkücü, siyasi hayatını İslam düşmanlığına adayan hiçbir CHP’liye oy vermez. Selçuklu ve Osmanlı’ya düşman olan CHP’ye oy vermez. Erkek erkeğe, kadın kadına ilişki yaşamalı diyen ve bunu açıkça savunan CHP’ye oy vermez. Ülkemizi Avrupa ve Amerika’ya şikâyet eden CHP’ye oy vermez. Kandilin desteklediği CHP’ye oy vermez.

Verirse aklından da, itikadından da, ahlakından da şüphe ederim.

İslam’a soktuğu bidat ve hurafeler yüzünden hiç sevmediğim Ahmet Mahmut Ünlü bile bunlardan biri olan Mansur Yavaş’tan nasıl rahatsız olduğunu şu sözlerle dile getirmek zorunda kaldı:

“Zamanın birinde bana bir belediye başkanını övdüler. Sağlam ülkücü dediler. Ben de Sağlam bir ülkücü, Türk’e dinini, dilini, özünü unutturmak için kurulmuş bir partiden belediye başkanı adayı olmaz. Olmuşsa ülkücü değildir, hiç olmamıştır dedim. Bir arkadaş, ‘ Hocam nesini beğenmiyorsun adamın?’ diye sorduğunda da, ‘İtikadını… İtikadı düzgün bir ülkücü koltuk uğruna İslam düşmanı bir partinin oyuncağı olmaz.”

Ama ne yazık ki bu tiplerden birçoğu bir parça menfaat, makam, koltuk uğruna CHP’nin tetikçisi gibi çalıştılar. MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası sanıklarından olan Yılma Durak’ın tavrı ise gerçekten çok ibretlidir.

MHP ve Ülkücü kuruluşların yargılandığı mahkemede ağlayarak CHP zihniyetinin kendisine yaptıkları işkenceleri anlatırken anlattıklarını unutması mümkün olmasa gerek: “Seni erkekliğinden ettik ama zevkten mahrum etmeyeceğiz, diyerek makatıma cop soktular.” Diye ağlarken mahkemenin savcısı Nurettin Soyer gülüyordu. Ne yazık ki Yılma Durak, celladına aşık olmuş gibi bu zihniyetin partisi olan CHP’ye destek verdi.

Şahsen bu yaşananları akılla, mantıkla, ahlakla izah edemiyorum. Bir insan ayrılıp parti kurabilir, farklı siyasi görüşü savunabilir. Ancak geçmişini unutarak kendisini yok etmek için çalışan bir zihniyete nasıl tetikçilik yapar, doğrusu anlayamıyorum.