Ah Bu Şehir Efsaneleri -Pardon- Şehir Hastaneleri!

Bu konu ile ilgili daha önce iki yazı yazmış ve “Şehir Hastaneleri sakın şehir efsanelerine dönüşmesin” diyerek dikkat çekmiştim. Çünkü olacaklar işin ta başından belli idi ama bizde işler “İnadım inat düsturu” ile yürütüldüğü için akıbet göz göre göre geldi deyip sadede gelelim…

Yeğenim, Elazığ’da askerlik vazifesini yaparken küçük bir kaza geçirince Şehir Hastanesi’ne götürülüyor. Sol elinde hasar vardır ve peş peşe 7 – 8 röntgen, olmadı bir de MR çekildikten sonra “Kırık çıkık yok, incinme var” denilerek gönderilir. Türkiyemiz zaten MR, Tomografi vs. israfı konusunda oldukça sabıkalı idi. Şehir Hastaneleri açısından bu mutlaka araştırılmalı ve gerekli tedbirler iş işten geçmeden alınmalıdır. Hele de bir ilçe hastanesinin tek röntgenle bulduğu teşhis böylesine fahiş tetkiklerden sonra bile bulunamıyorsa!

Malum, “Bedelli askerlik”; çabucak biter ve hastamız çektiği ızdırapla birlikte memlekete gider. Orada Devlet Hastanesi’ne gidip gösterince, tek röntgende iki parmağında kırık olduğu anlaşılır. Bu konuyu yeğenim ve ben sosyal medya hesaplarımızdan paylaşınca ne dertler döküldü ortalığa bir bilseniz!

Her şeyden önce insanlar, ulaşımı kolay hastanelerin kapatılarak 20 – 30 km mesafelere kurulan bu hastanelere gidip gelmenin bir çile yumağı oluşturduğundan şikâyetçiler. En son açılan Bursa Şehir Hastanesi’ne gidiş geliş taksi ücretinin 240 TL olduğunu sağır sultan bile duydu.

Bu hastanelere tahliller için aç gittiniz, sonra kafeteryaya gidip bir şeyler yiyip içeceksiniz ama o da ne? Fiyatlar ateş pahası! Hani, “Şehir Hastaneleri 7 yıldızlı otel kalitesinde hizmet verecek” diyorlardı ya; müşteriye 7 yıldızlı otellerin attığı fiyat kazığından söz ediyorlarmış meğer de bizler anlamamışız.

Şehir Hastanelerinden bazıları “Müşteri garantili” olduğu için birinden öbürüne hasta transferi de yapılıyormuş. Mesela, doğum için gelen bir kadının koskoca Adana Şehir Hastanesi’nden Mersin Şehir Hastanesi’ne gönderildiğini söylediklerinde inanamamıştım.

Şehir Hastaneleri devreye girdikten sonra hastanelerdeki ölüm oranlarının da arttığı söyleniyor. Bu konu mutlaka araştırılmalı ve soruşturulmalı.

Tabii, serde araştırmacı gazetecilik var ya; ben de boş durmadım. İşletmeci firma ile öyle bir anlaşma yapılmış ki, 6 aylık süre “Geçici dönem” olarak kabul edildiği için bu süre zarfındaki işletme kusurlarından sorumlu tutulamıyormuş. Yani işletme kusurundan dolayı başına bir iş gelen (Sakat kalan, vefat eden, maddi zarara giren) hasta ya da hasta yakınları dava açsa şirket değil hekimler suçlu kabul ediliyor ve tazminat ödemek zorunda kalıyorlarmış/kalacaklarmış!

Hastanelerde bir sterilizasyon/arındırma uygulaması vardır. Tek kullanımlık olmayıp sterilize edilerek mikroplardan arındırıldıktan sonra kullanıma uygun hale getirilen tıbbi malzemeler tekrar hizmete alınır ve tasarruf edilir. Ancak duyduğum zaman kulaklarıma inanamadığım ve suçlu benmişim gibi vicdanımın sızlamasını durduramadığım bir rezalet var: Tıbbi malzemelerin sterilizasyon işlemlerini de işletici firmaya ait birim yapıyormuş ve mesela yenisi 5 TL olan bir tıbbi malzemenin mikroplardan arındırılıp yeniden hizmete sokulmasının bedeli 60 TL imiş. Bizde, “Karpuz altmış kuruş, kabuk yetmiş kuruş” diye bir benzetme vardı ama bu durum o espriye bile kat kat fark atarak kara mizaha dönüşüyor! Yalnızca buradan bakıldığında bile bu hastanelerin devletimize ve milletimize attığı kazıkları hesap etmek imkânsız. Ayrıca, işletici firmanın ameliyathane ve tedavi ekipmanları konusunda oldukça pintileşip duyarsız kaldığı, alması gereken malzemeleri almayıp devletten kullanmanın yollarını arayarak fatura ettiği ve hekimlerle hastaların bu konuda sıkıntı çektikleri anlaşılıyor.

“Yap, İşlet, Devret!..” İyi de maliyet ne be kardeşim? İnsan ya da devlet ya da devleti yönetenler, bürokratlar bir işe girişirken önünü sonunu, ne getirip ne götüreceğini hesap etmezler mi? Uzmanlar, planlanan ve bazıları hizmete giren Şehir Hastanelerinin sözleşme değerinin aslında 10.6 milyar dolar olduğunu ama şirketlere kira da ödeneceği için bu meblağın 25 yılda 30.3 milyar dolara çıkacağını hesaplamışlar. Yani şirketler 25 yıl içinde yalnızca kiradan 20 milyar dolar kazanacaklar. Dolar bazında % 1 – 1,5 kazanç normal kabul edilirken % 8’lik kazancı kim kimin cebinden bahşediyor?

Şehir Hastanelerinin bir yıllık kirası ile 150 yataklı 64 hastane yaparak hizmeti vatandaşın ayağına götürmek varken vatandaşa hem çile çektirip hem de ödedikleri vergilerle birilerine sefa sürdürmek olacak iş mi? Millete yazık değil mi? Böyle bir uygulama, böyle bir anlayış olabilir mi? Ya da yaygın anlayış ve söyleyişe uyarak “Burası Türkiye, her şey olur” deyip oturacak mıyız?

Kaldı ki şirketlerin gelirleri yalnızca bunlarla sınırlı değil. Hastane içinde ve dışında bulunan kafeterya, dükkân, otel, otopark gelirlerinin de sahibi onlar. Arsa devletin, sağlık personeli devletin ama yeme içme ve sefa sürme şirketin… Ne âlâ memleket değil mi?

Son sözüm de sözüm ona “dini bütün” Müslümanlar olup basmakalıp Cuma, Kandil, Bayram mesajları ile vakit öldüren, Kur’an-ı Kerim’i okuyup özellikle manasını özümsemek yerine “Bilmem kaç salavat getirerek sevabını bu mesajı alıp paylaşanlara bağışladım”, “Salavat zinciri kuruyoruz” gibi paylaşım yapanlara olsun… Keza “Demokrasi istemek küfürdür”, “Okuyanları gördükçe hafakanlar basıyor” gibi kendilerini de inkâr eden sözler sarf eden sözde “Prof” etiketlilere, “İyi ki okumadım, iyi ki okula gitmeden şeyhimle tanışmışım”, “Marsa falan gidemezsiniz, bana sorsaydınız o kadar masraf etmenize gerek kalmazdı”, “Uzay mekiğinin vidalarını gevşetip düşürdük”, “Şeyhimizin yüzünü bir saniye görmek 150 yıl ibadete bedeldir” gibi saçmalıklar yumurtlayan şarlatanlara olsun… Yine bu son sözüm; “Bayrak zincirleri” ile vatanı kurtaracaklarını sanan, birlik olup memleket sevdalarını hayata geçirecek gayretler içine girmek yerine laf ü güzafla vakit geçirerek “Bedavacılığı şiar edinen milliyetçilere” ve tabii ki, bütün bu yolsuzlukları, usulsüzlükleri, suiistimalleri görmezden gelip siyasetin dümen suyuna göre solucan politikası uygulayan Diyanet’e olsun: Şu yazdığım ve buna benzer konular üzerinde durur, yetkilileri uyarma görevini yaparsanız daha hayırlı bir iş yapmış olursunuz, vesselam!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Osman Oktay Arşivi