30 Aralık 2022. Türk Milliyetçilerinin kendilerine bile açıklayamadığı bir hadise vuku buldu. Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Doç. Dr. Sinan Ateş, Ankara’da bir suikast sonucu, başından vurularak öldürüldü.

Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı ya da Eski Ülkü Ocaklarının Genel Başkanı… Bu olaydan iki gün önce, Siyasetten Öğrendiklerim isimli yazımda, hissetmiş gibi şu cümleleri yazmışım: “Az evvel çay içtiklerimizin az sonra sosyal medyada linç edildiklerini görünce, silahlı saldırıya uğramışlar gibi hissediyordum.”

Maalesef, acının kendisi, olaydan önce gelip yerleşmiş yüreğime. Ocaklı değilim, Sinan Ağabey ile de teşriki mesaim yoktur. Oğlumun babası eski Ülkü Ocakları Başkanlarındandır ve bu Ocak kültüründen gelen pek çok eşim dostum bulunmakta. Dün, pek çoğundan Mhp’ye dair: “Şimdi biz ne yapacağız?” Sorusunu duydum. Sinan Ateş’in ölümüyle birlikte, bu sessiz kalış ve dalga geçer gibi yeni yıl kutlamaları/doğum günü kutlamaları yapılması, pek çok inanmış ülkücüyü adeta evsiz bıraktı. Pek çok ülkücü ve pek çok Mhp’li inandığı ve emek verdiği, belki evinden ailesinden kıstığı vakti ve ilgiyi, nelere harcadığını gördü. 
   

Sinan Ateş’in öldürülmesine dair sebep sonuç ilişkisi kurmaya çalışanlar oldu. Konu ölüm olduğunda, böylesi tartışmalar o kadar boş ki… İnanıyorum ki Ateş, gidişiyle bir devrin kapanışını yaptı ve belki de bu mafyatik düzeni tarihin çöplüğüne atmak için bize bir kapı araladı.

Türk Milliyetçileri olarak senelerdir elimize geçen bu yeni yolları değerlendirmek konusunda çok kötüyüz. Muhsin Yazıcıoğlu, Fırat Yılmaz Çakıroğlu, Aybüke Öğretmen, Necmettin Öğretmen, Eren Bülbül Kardeşimiz, İsimleri liste liste açıklanan Şehit Asker ve Polislerimiz ve en nihayetinde de Doç. Dr. Sinan Ateş…

Kendisini yetiştirmiş, memlekette bir yer tutmuş, ülkenin hayrına çalışan insanları katlediyorlar. Bu, sistemin köhne yapısına meydan okumak ve ayağa kalkmak için bir eşiktir sevgili büyüklerim. Bir genç kardeşiniz olarak, Sinan Ağabey’in cenazesindeki gibi bir arada olmayı, istikametin o günkü gibi net ve tek yönlü olmasını, hep beraber yürümeyi ve bu çürümüş zihniyeti hep beraber yıkmayı teklif ediyorum.

Mesele yalnızca Mhp meselesi değildir. Mesele ocak meselesi de değildir. Mesele, Türk Milliyetçiliğini kendi tekeline almak isteyenlerin nasıl bir “tefecilik” düzeni kurduğunu fark etmek ve buna karşı çıkmaktır. Hiç kimse ve hiçbir şey, Türk insanının onurundan ve canından kıymetli değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün canı pahasına kurduğu Cumhuriyetin 100. Senesinde, canımız pahasına bu katil zihniyete karşı duracağız! Atatürk’ün mecliste dışlandığı, adına idam kararı çıktığı o senelerde, Türklerin “bir arada” olma hassasiyetiyle Milli Mücadeleyi doğuran inat, işte bu inattır!

Kendimize ara ara hatırlatmak lüzumu hasıl olmakta ki biz yalnızca bizi yarattığına ve bizi gözettiğine iman ettiğimiz Yüce Yaradana boyun eğeriz. Ceketimizin düğmesi ve ayakkabımızın ökçesi talimatlara bağlı değildir. Bizim istikametimizi çizen, İlelebet Payidar olacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

Hepimiz biraz öldük. Yeni yıla, cenaze evi olarak girdik. Ama size umut verici bir şey söylemeliyim. Dünden sonra intikam yemini eden, kendi çocuğuna sarılırken Sinan Ağabey’in kızlarını aklından çıkarmayan, “biz buradayız” feryadına bir ses olarak katılan herkes, yeni bir devranın başlangıcında ışık tuttular. Umarım bu sefer hep beraber karşı durmayı başarabiliriz.

Bir anne olarak, mezara oğlumu koydum. Bir kız çocuğu olarak da babamı gömdüm. Acı, böyle ortak bir acı…

Geride kalanlara, annesine-babasına, çocuklarına ve hanımına bir adalet borçluyuz.
Birlikte, tek yumruk olarak, cezanın doğru adrese kesilmesi için çalışacağımıza, kendi adıma ant içerim.